HDP-PKK tarzı siyasetin siyasi tıkanıklıklara sebep olacağı ve çözüm üreten bir siyasi anlayış olmayıp sorunun önemli bir parçası olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu temelde bir kere daha belirtmek gerekirse HDP gerek kendi içerisinde tartışmalı gerekse de dönüp PKK’ye şiddetin bırakılması gerektiğini ifade etmelidir. PKK’nın yolları ve varlığı ile HDP ilişkisi devam ettiği müddetçe siyasi tıkanıklıklar devam edecek, Kürdi partilerin hareket alanları daralacaktır. PKK şiddeti amasız ve koşulsuz bir şekilde terk etmeli diğer taraftan HDP genel başkanlarının ifadesi ile sırtını PKK’ye yaslamaktan vaz geçip sırtını onlarca milletvekili ve belediye başkanı gibi seçilmişlere yani sivil, meşru, demokratik yol ve yöntemlere dayamalıdır.
PKK ve HDP ile ilişkileri gerçekliğini bir tarafa bırakacak olursak kayyum atamasının belediyelerde yarattığı sonuçlar ve anlamını analiz etmek gerekmekte ve bu nedenle 5393 sayılı belediye kanunun hikâyesine kısaca bakmak gerekmektedir.
Eski belediye kanununun (1580 sayılı kanun) yeni kamu anlayışı çerçevesinde değiştirilmesi gerekliliği üzerine dönemin Ak Parti Hükümeti Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzası ile 2004’te meclise bir tasarı (5272 sayılı kanun) gönderildi. Ancak bu düzenleme dönemin cumhurbaşkanı tarafından kabul görmedi ve dönemin CHP’sinin talebi ile Anayasa Mahkemesi tarafından iki karşı oy ile iptal edildi. Hükümet geri adım atmayıp eski belediye kanununun değiştirilmesi gerektiğinde ısrarcı oldu. Bu eksende 2005 yılında 5393 sayılı kanun ile belediye kanunu değişmiş oldu. Belediye kanununda yapılan değişiklik anlamı ile kayyum kurumu ise 2016’da KHK ile belediye kanununda yapılan bir değişiklik ile mevzuata girdi. Belirtmek gerekir ki değişen belediye kanunu eski kanuna göre nispeten daha özgürlükçü bir perspektife sahip olsa da 2016’daki kayyum atamasını öngören düzenleme bu özgürlükçü yanını zedelemiştir.
Dönemin Ak Parti hükümeti yeni kamu anlayışı çerçevesinde belediye kanununun değiştirilmesi gerektiğini 5393 sayılı kanunun gerekçesi olarak ifade etmekteydi. Kanunun gerekçesinde hükümet, belediyelerin ilk kuruluşundan bu yana amaçlananın aksine mahalli kamu hizmetlerini yürütme yetki ve sorumluluğuna sahip yerinden yönetim kuruluşları olarak değil, verilen görevleri yerine getiren ve merkezi idarenin uzantısı birimler olarak algılandığını; zaman içinde pek çok mahalli nitelikli görev ve hizmetin merkezi idare kuruluşlarına aktarılırken belediyelerin niçin var olduğunun unutulduğunu ifade etmektedir. Gerekçe devamında kamuda yapılan birçok değişikliğe rağmen belediyelerin ihmal edildiğini bunun sonucunda belediyelerin kendilerinden beklenen hizmetleri başarıyla yerine getirecek yeterli kurumsal yapıya kavuşamadığı, belediyelerin belde halkının kendini yönettiği özerk kurumlar olmaktan ziyade bayındırlık, imar ve diğer kentsel hizmetleri karşılayan ve merkezi idareye tabi kurumlar oldukları anlayışı bu kurumların aşırı bir vesayet ve kontrol altında tutulmalarına neden olmuştur. İdari vesayet belediyelerin organları, teşkilatı, personeli, işlemleri ve bütçesi dahil olmak üzere pek çok alanı kapsar duruma gelmiştir.
Özetle hükümet eski belediye kanununa yönelik eleştirilerini iki ana eksende toplamaktadır:
- Belediyelerin sadece halkın müşterek ihtiyaçlarını karşılayan birer kuruluş olarak gören anlayışın yanlış olduğu,
- Belediyelerin yetki, görev ve sorumluluklarının yetersiz olması ve idari vesayeti de güçlendiren merkezi yönetimin birer uzantısı olarak görülmesi.
Hükümet değişiklik kanunlaştığında idarenin bütünlüğüne uygun görev yapan verimli, etkin ve kaliteli hizmet sunan bir yapıya kavuşacak olan belediyenin demokratik değerlerin yaygınlaşmasına ve refahın artmasına katkıda bulunacaklarını ifade etmektedir.
Yukarıda özetlenen gerekçeler ile 2005’te değiştirilen belediye kanununun beklentileri karşılayıp karşılayamadığı başka bir tartışma konusu olmak ile beraber dönemin siyasi kompozisyonu ve anayasanın egemen anlayışı düşünüldüğünde eski kanuna göre ihtiyacı nispeten karşıladığı kanaatindeyim. Ancak 2016 yılında 674 sayılı KHK 38. maddesi ile terör suçlamaları ile görevlerinden uzaklaştırılan belediye başkanları yerine içişleri bakanlığı ya da valilerin atama yapmasını ön gören düzenleme yukarıda özetlenen belediye kanununun değiştirilmesinin arkasında yatan gerekçe ve anlayış ile uyuşmadığı açık olsa gerek.
Kanun gerekçesinde eleştirilen ve değiştirilmesi gerektiği ifade edilen hususların kayyum ile hayat bulduğunu belirtmek haksızlık olmasa gerek. Nitekim değişikliğe göre kayyum atandığında belediye meclisi kayyumun çağrısı olmadığı müddetçe toplanamamaktadır. Kayyum atandığında belediyelerde bütçe ve muhasebe iş ve işlemleri defterdarlığa veya mal müdürlüğünce gördürülebilme hakkı da olmaktadır. Bu hali ile belediyenin karar organı olan meclis ve meclis aracılığı ile gerçekleşecek olan denetim, katılım, şeffaflık gibi unsurlar ihlal edilmekte, iş ve işlemlerde merkezi kuruluşun bir parçası haline gelmektedir. Diğer taraftan kent yaşamında; kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışan ve sivil toplum başta olmak üzere kentin birçok unsurunu bünyesinde taşıyan kurum olan kent konseyleri meclis aracılığı ile hayat bulabilmektedir. Çünkü kent konseylerinin kararları mecliste gündeme gelebilmektedir. Meclis çalışmaları kayyumun çağrısına bağlı olduğu için de kent konseyinden beklenen işlevler yerine gelemeyecektir.
Belediyeler mali ve idari özerklikleri olması gereken yerel yönetim birimleridir. Belediye kanununun gerekçesinde de ifade edildiği gibi belediyelere salt hizmet üreten birimler anlayışı ile bakılamaz. Aynı zamanda demokrasinin de önemli birer parçasıdırlar. Kayyum atanan bir belediyede mali ve idari özerklik unsurları ortadan kalkmakta ve bu açıdan herhangi bir il özel idaresinin bile gerisine düşmektedir. Bu hali ile hem Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uymama hem de böyle bir sözleşme olmasaydı bile belediye kanununun değiştirilmesi ile beklenen hedefler ve unsurlar zedelenmekte ve eleştirilen unsurlara denk gelen bir noktaya gelinmektedir.
PKK-HDP gerçekliğine rağmen 5393 sayılı kanunun ruhuna ve egemen anlayışına uymayan kayyum düzenlemesi saydamlık, katılım, hesap verebilirlik, özerklik, çoğulculuk, yerel yönetim gibi ilke ve değerlere zarar vermektedir. Bu nedenle 674 sayılı KHK ile 5393 sayılı belediye kanununun 45. maddesinde yapılan değişiklik belediye kanununun gerekçesine aykırı görülüp oradan çıkartılmalıdır. Böyle bir değişiklik terör ile mücadelede zaafiyet de üretmez; çünkü zaten 5393 sayılı kanun ve ceza kanunları seçilmişlere suç işleme hakkı vermemektedir. Bu suçu cezalandırmak için belediyelerin özerkliklerinden ödün vermek zorunda değiliz.