Lider kültü ve kavram fetişizmi, partinin toplumsal değişimi okumasını ve alternatif politikalar üretmesini engelliyor. Bunu aşmanın yolu ise, politik esnekliğe sahip olmaktan ve liberal siyasal değerlerle daha fazla hemhal olmaktan geçiyor.
Bu yazının yayınlandığı gün Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), 2. Olağan Kongresi’ni yapıyor olacak. Bu kongrede BDP’nin ismini ve amblemini değiştirmesi ve yönetimini yeniden şekillendirmesi bekleniyor.
BDP, değerli bir parti. Çünkü bugün BDP’de temsil edilen siyasi gelenek, Kürtlerin demokratik ve meşru hak taleplerinin siyasal alana aktarılmasında çok önemli bir işlev gördü. Diğer siyasi partiler, günümüzde artık tabii olarak karşılanan ama bir zamanlar ağza almanın bile lanetlenmek için yeterli sayıldığı hak ve özgürlüklere sırtını çevirirken, BDP ve öncülleri bu hak ve özgürlükleri ısrarla savundular. Bu uğurda ağır bedeller ödediler; partileri kapatıldı, üyeleri yargısız infazlara uğratıldı, milletvekilleri yıllarca hapiste kaldı, parti binaları bombalandı, vs. Ama onlar fiili ve hukuki tüm baskılara karşın taleplerinden geri adım atmadılar. Buldukları her platformda Kürt meselesini gündeme getirdiler ve bu sorunun ulusal ve küresel düzeyde tanınmasını sağladılar. Dolayısıyla bugün, Kürtlerin talepleri noktasında birtakım hukuki/demokratik adımlar atılmış ve Kürt meselesi dünyanın ilgi alanına girmiş ise, bu kazanımlarda BDP geleneğin hakkını teslim etmek gerekir.
BDP, önemli bir parti. Çünkü BDP’nin varlığı, Kürt meselesinin politik araçlarla çözülmesi için bir imkânı ifade ediyor. Son otuz yılda uygulanagelen politikalar, Kürt meselesini askeri yöntemlerle çözmenin mümkün olmadığını öğretmiş olsa gerektir. Bu sorun, ancak demokratik bir siyaset ile çözülebilir. Demokratik siyaset ise, sorunun yasal ve meşru temsilcisi olma sıfatını taşıyan bir partiyi gerektirir. Bu anlamda BDP, müzakere edilecek, konuşulacak, tartışılacak bir aktör konumundadır. Sorunu çözmeye odaklı ciddi bir müzakere sürecine BDP’nin dâhil edilmesi, silahların devre dışı kalmasının ve parlamentonun çözümün merkezi haline getirilmesinin temel şartlarından biridir.
BDP’nin değerini teslim edelim; BDP’nin varlığının demokratik bir çözüm içi kapı araladığını da ekleyelim. Bunlar BDP’ye itibar kazandırdığı gibi, sırtındaki yükleri de artırır, BDP’den beklentileri yükseltir. Peki, BDP, bu ağırlığı kaldırabilir mi, kendisinden beklenenleri yerine getirebilir mi? Bu sorulara yanıt vermek için BDP’yi eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutmak lazım gelir.
BDP, iki türlü eleştirilebilir: İlk tür eleştiri, yıkıcı eleştiridir. Bu eleştiriyi yapmak kolaydır; mesela BDP milletvekillerinin fotoğrafını basıp üzerine “Katil sizsiniz” manşeti çekersiniz. Ayrıca köşe yazarlarınız bunun üzerine biraz Kürt, biraz “gâvur” düşmanlığı ekler, böylece milliyetçi duyguları harekete geçirir ve bütün BDP milletvekillerini hedef haline getirirsiniz olur biter. Ama altında imzası bulunanlar için bir utanç belgesi niteliği taşıyan bu tarz eleştiriler (!) iki açıdan sakattır: Birincisi, gazetecilik ahlakını paranteze alıp -yakın olduğu iktidar uğruna- gazeteyi kirli savaşın bir propaganda aracına dönüştürenlerin güvenirliklerini bitirir, bundan sonra yazdıklarına kimse itibar etmez. İkincisi, bu tür haber-eleştiriler, BDP ile BDP’ye oy verenleri özdeşleştirir, BDP seçmenlerinin tamamını “katil” kategorisinin içine sokar, özellikle Batı’da yaşayan tüm Kürtleri saldırıya açık hale getirir. Bunun toplumsal barışı zedeleyeceği, birlikte yaşama iradesini zayıflatacağı ve sorunu daha da derinleştireceği açıktır. Bunun müsebbibi olmak ise, kimseye haysiyet kazandırmaz.
Diğer eleştiri türü ise yapıcı eleştiridir. Burada amaç, Kürt meselesinin çözümünde anahtar bir role sahip BDP’nin kendisinden beklenenleri yapmasını sağlamak, Fuat Keyman’ın ifadesiyle “BDP’yi kazanmaktır.” Bu meyanda benim BDP’ye yönelik 4 temel eleştirim bulunuyor:
1. Bunların başında BDP’nin, PKK ile olan ilişkisi geliyor. Bunu söylerken “BDP, PKK’yi kınasın; BDP, PKK’ye terörist desin” klişesini ve kolaycılığını kastetmiyorum. Bu, ne mümkün ne gerekli ne de yararlı. Beni rahatsız eden, PKK-BDP arasındaki ilişkide, PKK’nin hep etkileyen ve belirleyen, BDP’nin ise daima etkilenen ve belirlenen olması. Denilebilir ki, “PKK’nin elinde silah var, dolayısıyla elinde silah tutanın diğerlerine sözünü geçirmesinde şaşacak bir şey yok!” Olabilir, ama ben, bu hareketin ulaşmış olduğu siyasi gücü doğru ve etkin bir şekilde kullanarak PKK üzerinde etkide bulunabileceğini düşünüyorum. Mesela PKK, Silvan ve Çukurca’da olduğu gibi, zamanlaması açısından şaşırtıcı ve Kürt kamuoyunun onaylamadığı şiddet eylemlerine giriştiğinde BDP buna karşı tavır alabilir. Nitekim Demirtaş PKK’nin eylemlerin yanlış olduğunu açıkça söyledi ve yer yerinden oynamadı. Ölüm ve şiddet karşısındaki ilkesel bir duruş, hem PKK’nın kullandığı yöntemleri gözden geçirmesini sağlar, hem de BDP’nin devlet şiddetine yönelttiği eleştirileri daha anlamlı kılar. Aksi halde, ne PKK ne de devlet BDP’ye önem atfeder; BDP sürekli denklem dışında tutulur, siyasi gücünü giderek kaybeder.
2. BDP’nin AKP algısı, sorunlu bir algıdır. Aslında bu sorun çift taraflıdır. Çünkü 2007 seçimlerinden sonra oluşan “iki partili siyasi yapı” nedeniyle bölgede AKP ile BDP arasında kıran kırana bir mücadele sürüyor. Ne var ki bu mücadelede taraflar birbirlerini ‘siyasi rakip’ olarak değil de ‘siyasi düşman’ olarak görüyorlar. Bu algı partilerin birbirlerine karşı mücadele yöntemlerini de belirliyor. Birisini ‘rakip’ olarak gördüğünüzde onunla yarışır, onu geride bırakmayı hedeflersiniz, ama eğer onu ‘düşman’ olarak belliyorsanız amacınız onu ortadan kaldırmak olur. Bugün her iki parti de aslında birbirini siyaseten yok etmeye çalışıyor. AKP, bir yandan KCK operasyonu ile BDP’yi siyasi olarak hareket edemez duruma düşürmeye çabalıyor. BDP ise, ‘baş düşman’ olarak ilan ettiği AKP’yi her türlü aracı kullanarak bölgeden silmeyi hedefliyor. Bunu yaparken de, Mithat Sancar’ın dediği gibi, “demokratik siyasetin araçlarından çok, silahlı gücüne güvendi. Kamuoyunda infial yaratan eylemlerle, AKP’yi köşeye sıkıştırmayı hesapladı.” Mesela, PKK, Diyarbakır-Hazro’nun AKP’li Belediye Başkanı’nın oğlunu kaçırıyor, tehdit karşısında Başkan AKP’den istifa edip BDP’ye geçince oğlu serbest bırakılıyor. Yani silah zoruyla BDP’li oluyor. Bu düşman siyaseti, her iki tarafa da zarar veriyor. Bir yandan AKP’nin demokratik açılım, sorunu ovada çözme” gibi iddialarını zayıflatıyor, diğer yandan ise BDP’nin siyasi hareket alanını daraltıyor. Dahası, bugün Kürtleri temsil eden iki siyasal partinin birbirleriyle diyaloga girmelerini, işbirliği yapmalarını engelliyor. Kimseye faydası olmayan bir siyaset bu. Hem AKP’nin hem de BDP’nin bu siyaseti terk etmesi gerekiyor.
3. BDP’nin, toplumsal kesimlerle olan ilişkisini yeni bir değerlendirmeye tabi tutması gerekiyor. BDP, her seçim döneminde “Türkiye partisi olma” hevesiyle özellikle Türkiye solu ile ittifak arıyor. Bu seçimde de öyle oldu ve bazı solcu adaylar BDP listelerinden aday gösterildi. Öteden beri bu ittifak siyasetinin BDP’ye bir faydası olmadığı kanaatini taşıyorum. Zira bu ittifaklar ilkesel düzeyde gerçekleşmiyor, bir süreklilik taşımıyor, kurumsal bir işbirliğine dönüşmüyor. Marjinal solcu gruplarla yapılan ittifaklar oy tabanının genişlemesini sağlamıyor, bu grupların sahip oldukları radikal sol söylemin Kürt toplumunda bir karşılığı bulunmuyor. Ama halkta yansıması bulunmayan bu söylem BDP’nin yönetim katlarında etkisini gösteriyor ve onların siyaset üretirken toplumsal gerçeklikten kopmasına neden oluyor.
Dini hesaba katmayan politikalar
Zannım odur ki, BDP kendisini olumsuz yönde etkileyen bu ittifakları gerçekleştirmek için harcadığı çabanın çok azını muhafazakâr Kürt kesimlerle ittifak kurmak için harcasaydı, siyaseten daha yararlı bir iş yapmış olurdu. Bir örnek vereyim: BDP, 12 Haziran’da üç tane solcuya listesinde yer verdi, ama tek bir başörtülü aday BDP’nin listesine giremedi. Oysa yapılan tüm araştırmalar, en fazla başörtülü seçmenin BDP’de olduğunu gösteriyordu. Eğer BDP bir başörtülü aday göstermiş olsaydı, hem kendi doğal tabanına uygun bir seçim yapmış olacak, hem farklı kesimlerden geniş destek alacak ve hem de siyasetin ezberini bozacaktı. Özetle söylersek, marjinal solcu gruplarla işbirliği yaparak Türkiye partisi olunmaz; ama kendi seçmen sosyolojisine uygun adaylar göstererek daha güçlü bir parti olunabilir. Din, Kürt toplumunda ağırlıklı bir yere sahiptir ve hiçbir merkez parti bu etmeni hesaba katmadan siyaset yapamaz. Farklı kesimlerin oyuna talip olan BDP’nin de, dini değerlere saygılı bir politik dil üretmesi ve siyasi temsilcilerin seçiminde dini hassasiyetlere dikkat etmesi gerek.
4. BDP’nin önemli sorunlarından biri de, politika üretme ve bu politikaları topluma aktarma konusundaki yetersizliğidir. BDP’deki politik kısırlığın oluşmasında, Türkiye’deki siyasal düzenin dışlayıcılığının ve yasakçılığının payını yadsımıyorum elbette. Ama bana göre daha önemli etken, parti kaynaklı zafiyetlerdir. Partide bir lider (Öcalan) kültü ve kavram fetişizmi (demokratik özerklik) var. Liderin kullandığı bir kavram kutsallaştırılıyor, tartışma dışı tutuluyor. Mesela, önünde sonunda bir siyasi ve idari yönetim modeli olan özerklik, neredeyse her sorunun çaresi olarak sunuluyor. Ama bunca değer atfedilmesine rağmen, özerkliğe bir içerik kazandırılamıyor, özerkliğin nasıl işleyeceği topluma bir türlü anlatılamıyor ve bütün konuşmalarında özerkliğe güzelleme yapanların da bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadıkları ortaya çıkıyor. Daha vahimi, başında “demokratik” sıfatı taşımasına rağmen, bütün demokratik kurallar ve teamüller alt üst edilerek tek taraflı özerklik ilan ediliyor ve özerklik adeta topluma dayatılıyor. Kullanılan kavram ile yapılan eylem birbirini nakzediyor.
Lider kültü ve kavram fetişizmi, partinin toplumsal değişimi okumasını ve alternatif politikalar üretmesini engelliyor. Bunu aşmanın yolu ise, politik esnekliğe sahip olmaktan ve liberal siyasal değerlerle daha fazla hemhal olmaktan geçiyor.
Star, 05.09.2011