Bastırılan kişilik, özgüven duygusu eksik birey, kendi yaratılışını ve var oluşunu yaşamayan insanımız…
Türkiye toplumunda kendine güvenen, haklarını sonuna kadar savunan, direngen insanlara pek itibar edilmez, fakat içten içe bir özenme, gıpta ve takdir hep olmuştur… İç âlemimiz, vicdanımız doğrudan yana olsa da, bunu davranışlarımıza yansıtamıyoruz. Sanki bir güç bizi engelliyor, adım attırmıyor, dilimizi bağlıyor… “Biz” “biz” olamıyoruz, içimiz başka dışımız başka. Neden? Niçin?
Ülkemizde kökü çok derinlerde olan, alışkanlıklar, düşünce biçimleri, davranış kalıpları vardır. Nesilden nesile sorgulanmadan, üzerinde durulmadan, düşünülmeden aktarılıp giden tutum ve davranışlar hayli fazla. Toplumun her kesiminde değişik derecelerde bunu görmek mümkündür.
Ataerkil, otoriter aile yapımızda belirleyici olan aile büyükleridir. Erkeğin baskın olduğu ailede erkek, kadının baskın olduğu ailede kadın aileyi yönetir. Burada cinsiyet çok önemli değildir, her şartta büyüklerin haklı olduğu, doğru bildiği ve uyguladığıdır. Bu nedenle onlara karşı gelmek farklı kulvarda koşmaya çalışmak ailelerden dışlanma nedenidir.
Ailede böyle de, okulda, işyerinde kışlada, partilerde, sendikalarda, derneklerde, vakıflarda sosyal kulüplerde, dini cemaat ve gruplarda faklı mı?
Büyükler, yöneticiler her şeyi ve de doğru bir şekilde bilir zihniyeti… Sağdan sola kadar bütün kesinleri içine almıştır… Birinde sağcılık, birinde solculuk adına, bir diğerinde din adına, ırk adına yapılmaktadır. Hepsinin de ortak noktası, liderlere, yönetimlere sınırsız itaattir. Ve önlerine sunulan “doğruları” tartışmasız kabul etmek iyi bir mensubiyet ölçüsüdür.
Bundan dolayıdır ki, ülkemizde her konuda bir tıkanıklık, durgunluk yaşanmaktadır. Fikir üretilmemektedir. Dünya çapında bir düşünce ve bilim insanı yetişmemektedir. Çünkü düşüncenin önünde duvarlar vardır. Ülkemizde hâlâ düşüncelerinden dolayı, insanlar cezaevlerinde “sürünmektedir.”
Aileler çocukları çok kitap okuduklarında, “aman çocuğum, fazla okuma gözlerin bozulur, yorulursun, kafayı üşütürsün” telkinini yapmaktadırlar. Resmî görüşlere ve genel kabullere aykırı düşünce ve davranışlar geliştirildiğinde; buna en başta aileler karşı çıkmakta ve çocuklarını boyun eğmeye zorlamakta “aman evladım, bu ülkeyi sen mi kurtaracaksın boş ver, el âleme neyse, sana da o dur” şeklinde pasifleşme operasyonunu başlatmaktadırlar.
Böylece bireylerde sağlıklı kişilik, kendine güven duygusu oluşmamaktadır… Özgüveni eksik olan bireyler, bu güveni sağlamak için değişik grupların içine girdikleri, o grupların en “gözde” elemanları oldukları, “kraldan fazla kralcı” kesildikleri de bilinmektedir. Çünkü içindeki boşluktan dolayı tutunacak bir dal ararlar, ait oldukları grubun değerleri ile kişilik ve kimlik kazanırlar. Her türlü telkine ve yönlendirmeye açık olurlar. Hatta aile ilişkileri çok bozuk olanlardan “canlı bombalar” da rahatlıkla çıkabilmektedir.
Ülkede hâkim olan resmî ideoloji (bu bazen Kemalizm, bazen cunta yönetimleri, bazen siyasal İslamcılık olabiliyor) ve onun vasıtasıyla egemenliğini sürdüren hâkim güçler de sürekli olarak vatandaşları itaate davet etmektedir. Kendi belirlediği çerçeveyi aşanlar, komünist, faşist, bölücü, dinci, irticacı; bölücü, vatan haini, Zerdüşt, dinsiz gibi sıfatlarla toplum dışına atmakta ve “şaibeli vatandaş” sınıfına sokmaktadır. Sosyal, siyasal, ekonomik abluka altına almaktadır. Oysa uzun vadede hâkim güçlerin de bundan bir faydası yoktur.
Ülkemizde bunca haksızlığa, adaletsizliğe, zulme, dayağa, kötü muameleye karşı hepimizin sergilediği duyarsız tavır içler acısıdır. “Ateş düştüğü yeri yakmaktadır.” “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi yaygındır.
Toplumsal olarak felç olmuş gibiyiz, reflekslerimiz ortadan kalkmış. Her tarafımıza iğneler batırılmakta, kesilmekte, fakat bizden hiçbir tepki çıkmamaktadır. Çünkü beynimize, düşüncemize prangalar vurulmuştur. Tepki verecek merkezler baskı altına alınmıştır. Kanatılmış, felç edilmiştir.
Ülkenin sosyal, ekonomik, coğrafî, kültürel hayatı, maalesef çağa ayak uydurmamaktadır. Devlet, sivil, askerî bürokrasi, iktidarların yanlı tutumları da beton bir duvar gibi halkın önünde durmaktadır. “Utanç duvarı gibi”, bu “beton duvarı” balyozla vurduğumuz gün, kişiliğimizi, kendimizi bulduğumuz gün olacaktır.
Ülkemizde gerçek aydınlık ve barış olmalıdır… Herkes çekinmeden kendini ortaya koymalı, tartışmalı, ama kavga etmeden, bir başkasını zorlamadan, haklı bulunan fikirler alınıp istifade edilmelidir…
Yanlışlıklar, haksızlıklar aza inmeli; insanlar tepkilerinde daha ölçülü ve insaflı davranmalı. Yönetim açık ve şeffaf olmalı. En önemlisi devlet, milletin emrinde ve hizmetinde olmalı. İktidarlar, sadece kendilerine oy verenlere yatırım yapmamalı, adil davranmalı… Millet sözde değil, özde efendi olmalı.