Bugünlerde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yerinde kesinlikle olmak istemezdim.
Kim ister ki? Silah arkadaşları tarafından aldatılmış olmak, katlanması kolay bir durum değildir herhalde. Aldatılmak dedim, çünkü ‘o gün’ basın toplantısında ‘bu bir kâğıt parçasından ibarettir’ diye elinde salladığı belgenin ‘sahte’ olduğuna inanmış, inandırılmış bir kişi vardı karşımızda.
Şimdi, o belgenin ‘gerçek’, içeriğinin de bir ‘suç-eylem planı’ olduğu ortada.
General Başbuğ nasıl ve kimler tarafından aldatıldı? Önceki gün bu konuyu soran gazetecilere ‘konumuz bu değil’ demiş ama, eminim o da şimdilerde bunun cevabını araştırmakla meşgul. Her durumda aydınlatılması gereken birinci soru gerçekliği kesinleşen bu belgenin ‘kişisel mi, yoksa kurumsal mı’ olduğudur. Kişisel derken bu belgenin tek kişi tarafından hazırlanmış olabileceğini kastetmiyorum. Ortada bir ekibin, emir-komuta zinciri içinde çalışan bir ekibin olduğu kuşkusuz. Genelkurmay Başkanı’na düşen, eğer kendisi de kurumunu bağlayıcı bir şekilde bu belgede ifade edilen eylem planının içinde değilse, bu planı hazılayan tüm yapıyı deşifre etmektir. Bu ordunun sahibi olan halk, kendine tuzak kuran memurlarını tanımak istiyor. Tanımanın ötesinde hukuk önünde kendine hesap vermesini istiyor.
Vatandaşın evine ‘silah ve mühimmat’ saklayıp, sonra bunu bularak masum insanları terörist olarak yargılamayı planlamak… Sürmekte olan bir davada sadece kamuoyunu değil, yargıyı etkilemek için tezgah kurmak… Alevi-Sünni çatışmasını körükleyecek çalışmalar yapmak… Türkiye’yi komşu ülkelerle savaşın eşiğine taşıyacak gerginlikler icat etmek için eylem planı yapanları kimse saklayamaz, koruyamaz. Başbakan’ın dediği gibi bu lekeyi kimse kaldıramaz.
Zaman, hesap verme zamanı. General Başbuğ halkına, komplocu askerler de adalete hesap vermek zorunda. Emrinin altındaki üst düzey komutanların kendi halkına böylesine tuzaklar kurmasından haberi olmayan, haberi olmayı bırakın, onlar tarafından kandırılabilen bir Genelkurmay Başkanı hesap vermek zorunda…
Gelinen noktada herkes için tek çıkış, şeffaflık ve hukuka saygı. Askerin çok iyi anlaması gereken husus şu: Artık hiçbir şey gizli kalmıyor, kalamıyor. Meşruiyetin de saygının da en önemli gereği şeffaf olmak.
Ders çıkarmalı bundan Genelkurmay; eleştirel tutum alanları olur olmaz orduyu yıpratmakla suçlamak alışkanlığından vazgeçmeli artık. Bize hakikati söyleyin yeter, çünkü istenilen hakikatten başkası ve fazlası değil. Siz söylemeden öğrendiğimizde ne inancımız kalıyor size ne güvenimiz çünkü.
Ordu kendini yenilemek zorunda; ya işini iyi yapan profesyonel bir orduya dönüşecek veya tüm toplumsal meşruiyetini yitirecek. Halkın güvenini kaybediyorlar, prestijleri zedeleniyor, toplum ve siyaset mühendisliği yapan askerin işini yapamadığı izlenimi giderek yayılıyor. Buna dur demek, saygınlıklarını geri edinmek istiyorlarsa hukuksuzluğun üzerine gitmeli, demokrasiyi içlerine sindirmeli ve milletin seçtiği siyasi otoritelerin üstünlüğünü kabul etmeliler. Ordunun kurumsal kimliğini, toplumsal meşruiyetini, legalitesini dert edinen, yırpatmamaya çalışan sağduyulu bir kesim olduğu kuşkusuz. Ordu da yenileniyor, yenilenecek. Bu süreçte aklını darbe ve komployla bozmuş olanlar da yenilecekler.
Halkına tuzak kuran, iç savaş kışkırtıcılığı yapan, milliyetçiliği tahrik etmek için bölgesel savaş patlatmaya razı olan bir resmî-askerî yapı olabilir mi? Eğer bu ordunun kendisi değil deniliyorsa, ordunun öncelikli görevi, içinde bunları tezgâhlayanlardan kurtulmaktır. Yoksa ne ordu, ne de Başbuğ kendini savunabilir. ‘Orduyu yıpratmak için dışarıdakilerin kurduğu bir komplo’ diyorlardı. Şimdi bu belgenin kendi içlerinde hazırlandığını biliyorlar. Ne yapacaklar? Başbuğ’un yerinde olmak istemezdim, ama olsaydım ne yapacağımı biliyorum: Önce beni aldatanlardan hesap sorar, topunu yargıya intikal ettirir, sonra da kendim istifa ederdim.
Zaman, 27.10.2009