Barolar odalar ve demokrasi

Meslek birliklerinin mevcut hukuki statüsünün, yapılanma ve işleyiş tarzının yanlış ve zararlı olduğu aşikâr. Öyleyse bu konu niye ilgi çekmiyor? Aslında Türkiye bu kalıbı taşıyamıyor ve toplum yandan dolaşarak, yani gerçek sivil platformlar mahiyetinde dernekler kurarak, sorunu çözmeye çalışıyor. Yakında anayasa tartışmalarına başlayacak olan Türkiye’de meslek birlikleri sorununun da herkes tarafından masaya yatırılması ve sivil toplumu ve demokrasiyi kuvvetlendirecek önerilerin geliştirilmesi şart.

Liberal demokrasinin ortalama standartlarına kavuşması için reformlar gerçekleştirilmesini beklediğimiz ülkemizde gözden kaçan önemli bir sorun var: Barolar, odalar ve benzeri meslek birliklerinin hukukî statüleri, siyasî pozisyonları ve sosyal etkileri.

Kritik zamanlarda göz önüne daha fazla gelmesine rağmen, bu sorun uzun süredir mevcut, birçoğumuzun sandığından daha ağır ve acil çözüm gerektiriyor.

Bu kuruluşlara “kanun yoluyla kurulan meslek örgütleri” deniyor. Her birinin ayrı bir kanunu var ama benzer özelliklere sahipler. Kanunla tekel olarak kuruluyorlar. Bazı mesleklerin icra edilebilmesi bu kuruluşlara üye olma şartına bağlı. Üyeler genellikle hem girişte bir para ödemek hem de düzenli aidat vermek zorunda. Aidatların ödenmemesi hâlinde bu kuruluşlar icra takibatı yaptırabilmekte. Kâğıt üzerindeki amaçları mesleğe standart getirmek, mevcut standartları yükseltmek, meslek mensuplarının işle ilgili ahlâk kodları geliştirmesini ve bunlara uymasını sağlamak, meslek mensuplarının menfaatlerini gözetmek, kamu yararına hizmet etmek.

Bu kuruluşlar, tarihleri hayli eskilere gitmekle beraber, mevcut statülerini ve yapılarını 1960 darbesi sonrasında edindiler. Üzerlerinde idarî vesayet denetimi var. Kamu yararına çalışan kurumlar olarak görülüyor ve takdim ediliyorlar. Yarı sivil yarı resmîler. Tam bir sivil toplum kuruluşu olmaktan çok uzaklar. Mesleği lisanslama ve regüle etme bakımından devlet otoritesi kullanma yetkisiyle donatılmışlar. İdarecileri resmî (siyah) plakalı arabalara biniyor ve büyük, çok büyük malî ve fizikî kaynaklara hükmediyor.

HİÇBİR MESLEK KURULUŞU TEK GÖRÜŞÜN TEMSİLCİSİ OLAMAZ

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının mevcut statüsü ve işleyiş biçimleri ekonomik, siyasal ve ahlâki zararlar yaratıyor. Ekonomik bakımından incelendiğinde bu kuruluşların tekel olduğu ve tekellerin taşıdığı bütün mahzurları yansıttığı görülüyor. Tekel oldukları için üyelerine verdikleri hizmetin fiyatı yüksek ve kalitesi düşük. Üyeler fiyat ve kalite bakımından onlara fazla tesir edemiyor. Rakipleri olmadığı için piyasanın terbiye ediciliğinden uzaklar. Tekel konumunda olmaları, icra edilen mesleklerin standartlarının geliştirilmesi bakımından fonksiyonel olmalarını da önlüyor. Meslek birlikleri üyelerinin çıkarını kamu yararından daha önemli görüyor ve tüketicilerin aleyhine olacak şekilde fiyat tabanları ve mesleğe giriş bariyerleri uygulamaya çalışıyor. Taban fiyatlar bir taraftan tüketiciyi serbest pazarda oluşacak daha düşük fiyattan mal ve hizmet alma imkânından mahrum bırakıyor, diğer taraftan da mesleğe yeni giren ve tutunmak için en büyük şansı fiyatla oynamak olan genç meslek erbabını dezavantajlı konuma düşürüyor.

Siyasal açıdan ise hem bir temsil sorunu hem de ahlâki tehlike dediğimiz şey, iç içe doğuyor. Bu kuruluşlar esas itibarıyla meslekî oluşumlar. Bunlara üyelik gönüllülüğe değil zora dayanıyor. Bu kuruluşların idari organlarına seçilenler seçenleri her bakımdan değil sadece meslekî bakımdan temsil etmekle görevlendiriliyorlar. Ancak, pratikte böyle olmuyor. Bazıları meslekî işleri bir kenara bırakıp siyasete dalıyor ve militan kuruluşlar hâline dönüşüyor. Üyeleri arasında her görüş ve meşrepten insan bulunmasına rağmen, tek görüşün sözcüsü oluyor. Böylece, ahlâki tehlike doğuyor. Buralarda hangi görüşün egemen olduğu önemsiz. Bir meslek kuruluşu (liberal, sosyalist, muhafazakâr, milliyetçi, sosyal demokrat vs. olsun) hiçbir tek görüşün sözcüsü ve temsilcisi olma hakkına sahip değil. Zira, meslekî bir birlik ve gönüllülüğe değil, zorlamaya dayalı. Mosca’nın teşkilâtlı azınlıklar dağınık çoğunluklara hükmeder formülü yapıları içinde işliyor ve, meselâ, 27 bin üyesi olan İstanbul Barosu’na yaklaşık 5 bin oyla seçilen bir grup egemen olup herkesi siyasî temsil kabiliyetine sahipmiş gibi siyasi demeçler verip meslek dışı icraatlar yapıyor. Aynı şey, Anadolu’daki bazı barolarda, bu sefer İstanbul’da yönetime egemen görüşün tersi istikamette gerçekleşiyor.

Mevcut yapılanma sosyal ve ahlâki bakımdan da zararlar doğuruyor. Belli kliklerin eline geçen yönetimler devlet tarafından kolayca manipüle edilebiliyor; kullanılabiliyor. Böylece sivil toplumun altı oyuluyor. Korporatist siyasî yapılanma sosyal hayata da zarar yansıtıyor. Bu kuruluşlar üyelerine âdil piyasa şartlarında rekabet ederek gelir kazanma yerine, devlet tarafından bahşedilecek imtiyazlarla kolay ve tatlı kazanç elde etme kültürünü aşılıyor. Onları bunun için kışkırtıyor. Bu, piyasa ekonomisinin kültürel ve ahlaki altyapısına zarar veriyor. Bu yüzden birlikler ve bağlı kişiler kendilerini sivil toplumun bir parçası olarak görmek ve konumlandırmak yerine devletin parçası ve uzantısı olarak görmeye yönelebiliyor. Zayıflayan sivil toplum sağlıklı bir demokrasinin üzerine oturacağı zeminin oluşmasını ve güçlenmesini engelliyor.

Meslek birliklerinin mevcut hukuki statüsünün, yapılanma ve işleyiş tarzının yanlış ve zararlı olduğu aşikâr. Öyleyse bu konu niye ilgi çekmiyor? Aslında Türkiye bu kalıbı taşıyamıyor ve toplum yandan dolaşarak, yani gerçek sivil platformlar mahiyetinde dernekler kurarak, sorunu çözmeye çalışıyor. Bu iyi bir gelişme ama soruna ciddiyetle ve acilen eğilme ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Bu ihtiyacın farkında olan Liberal Düşünce Topluluğu konuya el attı. Ekonomi, hukuk, siyaset ve kamu yönetimi uzmanlarından oluşan bir heyet aylar süren bir araştırmayla konunun değişik boyutları, tarihi, diğer ülkelerdeki durum ve neler yapılabileceği üzerine raporlar hazırladı. Bu raporlar 15 Ocak’ta Ankara’da bazı meslek kuruluşlarından temsilcilerin de katıldığı bir toplantıda tartışıldı. Eleştiriler ışığında gözden geçirilecek raporlar yakında topluca yayımlanacak ve ilgililere ulaştırılacak.

Toplantıda ulaşılan ortak fikir, meslek odalarının yapılanmasının mutlaka ama mutlaka değiştirilmesi gerektiği. Bu çizgide gözetilmesi gereken ilkeler meslek kuruluşlarında tekelciliğin ve zorunluluğun kaldırılması, yani aynı iş kolunda her ilde birden fazla birlik kurulabilmesi; her kuruluşun yapısında bir meclis uygulaması getirilmesi ve birliklerin idarî organlarının oluşumunda nispî temsil sistemiyle seçim usulüne gidilmesiydi. Yakında anayasa tartışmalarına başlayacak olan Türkiye’de meslek birlikleri sorununun da herkes tarafından masaya yatırılması ve sivil toplumu ve demokrasiyi kuvvetlendirecek önerilerin geliştirilmesi şart.

Zaman, 21.01.2011

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et