Baro seçimleri ve ahlâkî tehlike

Türkiye’nin iki büyük barosu olan İstanbul ve Ankara barolarında 14 Ekim’de yönetim seçimleri yapıldı. Her iki baroda da önceki başkanlar yeniden seçildi. İstanbul’da Ümit Kocasakal, Ankara’da Metin Feyzioğlu koltuklarını korudu. Her iki başkan da, ertesi gün, 16 Ekim’de, Habertürk Televizyonu’nda Ece Üner’in sunduğu Akşam Raporu programında ulusalcı–Kemalist siyasî mesajlar vererek seçim zaferlerini kutladı.

Yeniden seçilmelerini geride bıraktıkları iki yıldaki icraatlarının ve özellikle de ideolojik çizgilerinin avukatlar camiası tarafından  onanması olarak yorumladı. Bunun gerekçesi olarak seçimlerin İstanbul’da yüzde 60 civarında, Ankara’da ise yüzde 50’yi aşan bir oranla kazanılmasını gösterdi. Savunmanın adalet zincirinin en önemli halkası olduğu kesin. Bu yüzden, avukatlık mesleğine önem verilmesi ve avukatların hem statüsünün yükseltilmesi hem de çalışma şartlarının iyileştirilmesi gerekli. Bunun için yapılması gereken ve yapılabilecek şeyler var ve bunların hayata aktarılmasında barolar önemli roller üstlenebilir. Ancak, ne yazık ki, baroların bugünkü yapılanması, yol açtığı sonuçlar ve sorunlarla, buna destek vermekten çok engel olacak nitelikte. Nitekim, son seçimlerin neticeleri ve arkasından iki başkanın verdiği ilgisiz, sekteryen, ayrımcı siyaset kokan mesajlar barolarının içler acısı hâline yeni bir delil teşkil etti.

Baroların bugünkü yapılanması, baroları, siyasî ve ideolojik bakımdan, doğal olarak çoğulcu üye yapılarına rağmen, genişçe bir azınlığın idarî ve siyasî tekeli altına sokmakta. Bunun sonucu, siyaset teorisinde “ahlâkî tehlike” dediğimiz sorun, yani baro idaresinin kendine verilmeyen bir ruhsatı kendi amaçları için kullanması, camiayı kendi siyaset anlayışının kuyruğuna takması. Kocasakal, televizyonda baroları TÜSİAD ile kıyasladı. Her bakımdan yanlış ve gayrimeşru bir kıyaslama. TÜSİAD tamamen gönüllülüğe dayanan bir dernek. Baro ise her avukatın kanun zoruyla -bir kere daha ve büyük harflerle vurgulayayım, KANUN ZORUYLA- üye olmak mecburiyetinde kalmasına  dayanarak var olan  bir meslek örgütü. Ve yarı kamu kurumu niteliğinde. TÜSİAD istediği her konuda siyasî görüş açıklayabilir. AKP çevrelerinin böyle yaptığı için TÜSİAD’ı topa tutması yanlış. Buna karşılık, mevcut statü ve yapılanmalarıyla barolar bunu yapamaz. Yaparsa, açıklanan görüşleri benimsemeyen üyelerin tercihlerini ve iradesini çiğnemiş olur. Ahlâkî tehlike işte budur. Ve buna  yol açan açıklama ve icraatlar ulusalcı-solcu-Kemalist bir yönetim tarafından da yapılsa yanlıştır, dindar-muhafazakâr bir yönetim tarafından da yapılsa yanlıştır.  Nitekim, Anadolu’da bazı şehirlerde ahlâkî tehlike bu ikinci türle karşımıza çıkabilmektedir.

İki büyük şehrin yeniden seçilen başkanları, aldıkları oy oranını da tek taraflı yorumladı.  Üyeleri olan avukatların yüzde 60’ına varan bir kesiminin desteğine sahip olduklarını söyledi. Böyle de olsa ahlâkî tehlike ortadan kalkmaz, ama ilgili şehirlerdeki avukat nüfusunun yüzde 50’sini aşan bir oranın desteğine sahip olmaları söz konusu değil. İstanbul’da 28 bin 884 avukat var. 22 bin 19 kişi oy vermiş. Kocasakal’ın aldığı oy 12 bin 836, yani İstanbullu avukatların toplamının yaklaşık yüzde 44,5’i. Ankara’da 11 bin avukat mevcut. Feyzioğlu 4 bin 866’sının, yani toplamın yüzde 44,2’sinin oyunu toplamış. Demokrasi teorisi açısından her ikisi de genel kitleleri içinde en geniş azınlığın temsilcisi, aynen AKP’nin genel halka ve tüm seçmenlere karşı durumu gibi. Sadece kullanılan oy sayısıyla alınan oy oranlandığında ise yüzde 50’yi aşan yüzdeler karşımıza çıkar. Şüphesiz, bu, başkanların başarılarını görmezden gelmeyi ve mevcut mevzuat çerçevesinde baroyu yönetme haklarını reddetmeyi gerektirmez. Ne var ki, barolarını sanki yekpare bütünmüş gibi siyasî konularda temsil etme yetkisine sahip olmadıklarını kesin olarak gösterir.

MESLEK ÖRGÜTLERİNİN ‘SİYASÎ’ DURUŞU VE AHLAK

Ahlâkî tehlike sadece barolarda karşımıza çıkmıyor, tüm meslek kuruluşlarında aynı problemin var olduğu bir gerçek. Ancak, barolardaki durum daha vahim, zira, avukatlık hepimizi ilgilendiren adalet sistemiyle alâkalı. Üstelik, avukat arkadaşlarımdan öğrendim ki, baroların iç işleyişi de demokratik olmaktan gayet uzak. İdare aşırı merkezileşmiş durumda. Yönetim kurulları her şeyi kontrol altında tutuyor. Komisyonların bağımsız şekilde işlemesine ve açıklama yapmasına izin vermiyor. Türkiye’de demokrasinin eksik olmasından veya yanlış işlemesinden şikâyetçi olan büyük barolar, şikâyetçi oldukları modelleri kendi içlerinde uyguluyorlar. Bu şekilde, kendileri üzerinden adeta ülkeye ayna tutmuş oluyorlar.

Barolardaki iktidar sahipleri, konumlarından dolayı, ahlâkî tehlikeyi ya görmüyor ya da önemsemiyor. İktidarlarının daimî olacağını sanıyor ve sistemin değiştirilmesi teklif ve taleplerine sıcak bakmıyor. Bu tavırla vahim bir hata yapıyor olabilirler. Yıllar önce, başörtülü kızları üniversiteye almayanların bir gün eğitim hakkının kullanılmasını engellemekten yargılanabileceğini söylediğimde Kemalistler bana gülmüştü. Yine Habertürk TV’de bir programda, “Haksız icraatlar için kullandığınız kamu otoritesi bir gün başkalarının eline geçerse ne yapacaksınız?” dediğim zaman bu sefer Nur Serter gülmüştü. Dediklerim çıktı. Şimdi de baroları ikaz etmek istiyorum. İktidarınızı sarsılmaz sanmayın. Türkiye değişiyor. Büyük bir yatay ve dikey toplumsal hareketlilik var. Bundan 8-10, bilemediniz 12-15 yıl sonra sizin kafanızdakiler seçim kazanan azınlık olmaktan seçim kazanamayan azınlık olmaya geçebilir. O zamanları görmek ve bunun yüzleşmek zorunda kalacağınız sakıncaları için faydasız bir pişmanlık duymak istemiyorsanız, barolarınızı siyasî çoğunluğu yok sayarak tekelci siyasetinizin esiri ve aracı yapmayın. Hiç kimsenin hiç kimseyi araç hâline getirmeyeceği bir sistemi en başta sizin istemeniz lâzım.

Bir hayal değil yaşanan bir gerçek olan ahlâkî tehlikeyi bertaraf etmek için ne yapılmalı? Hiç kimse tek başına, hiçbir grup küme hâlinde siyaset yapmaktan alıkonamayacağına göre, bir avukata veya avukatlar grubuna “siyasetle uğraşmayın” denemez. Bu, demokrasiye aykırı olur. Ancak, şimdiki baro sistemi de, baroların iç işleyişi de, demokrasiye ters. Yapılması gereken, avukatların meslekî örgütlenmesinde  çoğulcu ve rekabetçi bir sisteme geçmek. Avukatlar istediği tema  veya siyasî anlayış etrafında gönüllülüğe dayalı meslekî örgüt kurma hakkına sahip olmalı. Hiçbir avukat şehir esasına bağlı olarak tek ve tekelci bir örgüte üye olmaya kanunla mecbur bırakılmamalı. Gönüllülüğe dayanan barolar dilediği her konuyla meşgul olabilmeli  ve üyeleri adına meşruiyet taşıyan siyasî açıklamalar yapabilmeli. Umarım böyle bir sisteme fazla gecikmeden geçilir.

Zaman, 19.10.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et