Türkiye ve Ortadoğu’nun kritik bir dönemden geçtiği günümüzde Kürt sorunu coğrafyamızın en temel sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Otuz yıldır ülkemizde devam eden sıcak çatışma veya yoğunluk derecesi değişen savaş durumu, Kürt sorununun çözümünü özellikle Türkiye açısından acil bir zorunluluk haline getirmektedir.
Kürt sorunu gibi tek bir devletin sınırlarını aşan uluslararası nitelikteki ağır bir sorunu nihai bir çözüme kavuşturmak çok zordur. Türkiye, egemen statükonun Kürt sorununda çözümsüzlüğü çözüm olarak dayatan anlayışı nedeniyle uzun süre bu konuda yeni bir anlayış ve politika ortaya koyamadı. Ancak AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesinden sonra Kürt sorunu konusunda siyasi iktidar, klasik bürokratik çerçevenin dışında yeni söylemler ve politikalar geliştirmeye başladı.
AK PARTİ’NİN YAPTIKLARI
Başbakan’ın ‘Kürt sorunu, benim sorunumdur’ demesi, sivil ve demokratik bir hükümetin sorunu sahiplenmesini göstermesi açısından önemlidir. AK Parti iktidarı döneminde sağlık, eğitim ve altyapı alanlarında Kürt coğrafyasına önemli hizmetler götürüldü ve Kürt kimliği ve dili üzerindeki geleneksel baskılar ve yasaklamaların büyük bölümü ortadan kaldırıldı.
AK Parti’nin iktidar olduğu son on yıllık dönemde Kürt sorunu konusunda devlet anlayışında önemli değişmeler olmasına rağmen, şimdiye kadar Kürt sorunu nihai bir çözüme kavuşturulmuş değildir. Çok fazla karmaşık olan Kürt sorunu sonucunda ortaya çıkan bir örgütün, otuz yılı aşkın bir süre silahlı mücadele yürütmesi de sorunun normalleştirilmesini ve çözüme kavuşturulmasını zorlaştırmaktadır.
ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
Sorunun normalleştirilmesinin zorluğuna rağmen AK Parti döneminde Oslo Süreci denilen MİT-PKK temsilcileri arasında gerçekleşen ilişki ve diyalog gerçekleşti. Ancak Oslo süreci, istenen olumlu sonuçları doğurmadı ve bir daha başlamamak üzere bitti. Oslo süreci barış ve çözüm adına ortaya ciddi bir sonuç doğurmamasına rağmen, çatışmaların yoğunlaşması ve tarafların söylemlerinin radikalleşmesi şeklinde negatif bir tablonun ortaya çıkmasına neden oldu.
Yoğun olarak devam eden çatışma sürecinin devamının imkansızlığından dolayı hükümet, İmralı süreci denilen ikinci süreci başlatmış bulunmaktadır. İmralı sürecinin örgüt lideriyle resmi yetkililerin yaptığı görüş alışverişi şeklinde başlaması önemli ve olumlu bir gelişmedir. İmralı sürecinin Kürt sorununu normalleştirmesi ve barışı doğuracak bir sürece doğru evrilmesi için, herkesin ciddi, sahici ve derinlikli bir şekilde konuyu ele alması ve ortaya çıkan barış imkanına derinlik kazandırması gerekmektedir.
MUHATAP TOPLUMDUR
İmralı süreci resmi yetkililer ve örgüt lideri arasında yapılan görüşmelerle başlamış olmasına rağmen bu sürecin en önemli aktörü bütün Türkiye toplumudur. Görüşmelerin kamuoyuna duyurulduğu andan beri geniş toplum kesimleri, sürece desteklerini ifade etmişler ve barıştan yana bir tutum ortaya koymuşlardır. Yeni süreçte en büyük sermaye toplumsal destektir. Toplumun İmralı süreci karşısında ortaya koyduğu vakur ve yapıcı duruşun değeri çok iyi bilinmeli ve toplumun sürece desteği kökleştirilmelidir.
Son on yılda demokratikleşme konusunda çok ciddi atılımları gerçekleştirmiş olmasına rağmen Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük konusunda hala atması gereken birçok adım vardır. Devletin müdahaleci ve hiyerarşik merkeziyetçi yapısı yerine yerinden yönetimi esas alan yeni bir yönetim yapısının kurulması ve insan temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almak suretiyle devlet iktidarını sınırlayan özgürlükçü sivil bir anayasanın yapılması gerekmektedir. Türkiye’nin demokratikleşmesi için gerekli olan bu iki düzenleme bir an önce gerçekleştirilmeli ve ülke demokrasisi için olmazsa olmaz konular olarak İmralı sürecinde pazarlık konusu edilmemelidir.
DEMOKRATİKLEŞME SÜRSÜN
Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda atılması gerekli adımlar pazarlık konusu edildiğinde hem demokratikleşme sürecinin gecikmesi hem Kürt sorununun çözümsüzlüğe terk edilmesi şeklinde bir durum ortaya çıkabilmektedir. Yeni süreç, bütün toplum kesimleri arasında barış ümitlerinin yeniden filizlenmesine ve farklılıklar içinde bir arada yaşama iradesinin güçlenmesine psikolojik ve sosyolojik olarak önemli katkıda bulunmuştur. Ancak ada sürecinin yarattığı bu olumlu psiko-sosyal atmosfer abartılmamalı, insanların duygu ve düşünce dünyasında sorunun tamamen çözüldüğü şeklinde bir algı oluşturulmamalıdır.
YENİ BİR DİL İHTİYACI
İnsanların soğukkanlı ve bilinçli bir şekilde süreci takip etmelerine imkan veren sağlıklı bilgi akışı için bütün kanallar açık tutulmalıdır. Süreç, görüşmeler aşamasında olmasına rağmen şimdiden sürecin bütün takvimini ve basamaklarını detaylı bir şekilde ilan etme iddiasında olan yayınlar, barışın psiko-sosyal imkanlarını zayıflatmakta ve insanlarda abartılı beklentilerin doğmasına sebep olmaktadırlar.
Ada görüşmelerinin kamuoyuna açıklanmasından sonra, basında önümüzdeki süreçte tarafların planlarını, niyetlerini ve konuşmalarını detaylı bir şekilde kurgulayan ve bu kurguları mutlak gerçek olarak sunan yazılar okumaktayız. Özellikle insanları tahkir edici, insanların onur ve kimliklerine saygı duymayan kışkırtıcı ve yıkıcı söylemlerin geliştiği de görülmektedir. Ada görüşmeleri bazıları için komplo teorisi üretmek için çok bereketli bir fırsat olarak algılanmaktadır. Sürecin sağlıklı götürülmesi için komplo teorileriyle insanların barış umutlarını iğfal etmek yerine özgürlük, hukuk ve barış çerçevesinde yeni bir ülkenin nasıl inşa edileceği sorusuna cevap olacak ciddi bir emeğin sarf edilmesi gerekmektedir.Barış umutlarını istismar etmek yerine barışa desteği canlı tutacak perspektifler geliştirilmelidir.
ÇÖZÜM BARIŞ DİLİNDE
Barış, gerçekleştirilmesi zor ve ciddi bir iştir. Şark kurnazlığı oyunlarıyla barışın gerçekleştiğini şimdiye kadar tarih yazmamıştır. Ancak şark kurnazlığının nice çatışmaya ve savaşa neden olduğunu tarihsel tecrübe bize öğretmektedir.Birbirimize oyun oynamak veya kendi gizli gündemlerimizin peşinden gitmek yerine barışı, ilkeli ve tutarlı bir şekilde savunmamız gerekmektedir. Yeni süreç, barış için önümüze yeni bir imkan. sunmaktadır. Yaşam için barışın yeni bir imkanı olarak görülebilecek yeni süreci, onurlu ve özgür insanlar olarak bir arada yaşamanın fırsatı olarak değerlendirme fırsatımız vardır. Sürece bu açıdan bakıldığında sürecin sonunda kaybedenin olmayacağı görülecektir, çünkü çatışma herkese kaybettirirken, barış herkese kazandırtmaktadır.
11.01.2013