Son gelişmeler barış umudumuzu bir kez daha arttırdı. Bilindiği gibi ulus devlet inşa etme sürecinde Kürtlere ve diğer farklı kesimlere yönelik çeşitli asimilasyon politikaları yürütüldü. Devlet adamları yıllarca asimilasyon raporlarlarıyla meşgul oldular. Tek tek Kürt illeri üzerinde çalıştılar. Yıllardır Kürt illerini nasıl Türkleştiririz planları yapıldı. Kürtlere Siz Türksünüz diyerek onlar için yeni bir Türk tarihi yazıldı. Ne var ki Kürt bölgelerinin Türkleştirilmesi projesinin tutmadığı görülmektedir. Gelinen noktada tek bir etnisiteye dayalı bir devlet inşa etmenin faturasını çok acı ödedi Türkiye. Çünkü hiçbir sistemin insanı atlayarak ve onun en temel varlık nedenlerini yok sayarak ayakta kalması mümkün değildir. Bu ülkede yıllardır kimliği Kürt olan insanlara karşı ciddi bir önyargı beslendi. Dilleri yasaklandı, köyleri boşaltıldı, Kürtçe türkü kasetlerine el konuldu, Kürtçe konuşanlara para cezası kesildi vs. Bütün bunların yanında Türk siyasi partilerinin -proje ve programlarıyla- Kürtleri de temsil etmedikleri görüldü. Bir çocuğun annesinden duyduğu ana dilini konuşamamasının ne denli vahim sonuçlar doğuracağını Türkiye geç de olsa anladı. Hakkını vermek gerek bunu ilk anlayan partilerden biri AK Parti olmuştur. Kürt sorununun siyasi zeminde çözümünün mümkün olamayacağını dillendirenlere karşın AK Parti hükümeti tüm engellemelere rağmen barış adına risk almış ve Kürt sorununa dönük barış umutlarını arttırmıştır.
Başbakanın milliyetçi çıkışları
Bilindiği gibi Sayın Başbakan son zamanlarda yaptığı milliyetçi çıkışlarla yazarlara epeyce malzeme vermişti. Bu süreçte kimi yazarlar başbakanı milli şef ilan ederek ülkenin milli şef dönemine doğru gideceğini yazdı. Kimi yazarlar da başbakanın bilinçaltındaki milliyetçi canavarın hortladığını ifade etti. Birçok yazar ve aktivist ise bundan sonra ülkenin şeriat ilkeleriyle yönetilebileceği, dindar nesil projesinin bunun bir parçası olduğu bu durumda da laikliğin elden gidebileceği evhamlarını dilendirdiler. Kuşkusuz yazarların ve TV yorumcuların bazı eleştirilerini anlayışla karşılamamız gerekir. Neticede karşımızda bir iktidar var. Ve insanlık tarihinin bize öğrettiği tecrübelerden de bilmekteyiz ki iktidar tabiatı gereği yozlaşmaya meyillidir. Lord Acton’ın söylediği gibi, “İktidar yozlaşmaya meyillidir, mutlak güç ise kesinlikle yozlaştırır.” Bu bakımdan Russel neredeyse hayatını iktidarın yola getirilmesi tezine harcamıştır. Ve iktidarlar özgürlükçüler tarafından sıklıkla yola getirilmelidir.
Ancak ben başından beri başbakanın milliyetçi çıkışlarının altında Kürt sorunun çözümüne dönük bir hesabının olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü başbakan bu meselenin çözüme kavuşması için atılacak radikal adımların arifesinde bir bakıma direnç kırmaktaydı. Kapsamlı bir barış ortamı için bu türden direnç kırma söylemlerine ihtiyaç vardı. Kaldı ki daha evvel Kürtçe isim vermenin önündeki yasağı kaldıran, yerleşim birimlerine yerel kültür ve dil doğrultusunda isim verilmesinin önünü açan, farklı dil ve lehçelerde, o dillerin öğretilmesi amacıyla kurs açılmasını serbest bırakan, özel tv ve radyo yayınları dâhil olmak üzere Türkçe dışındaki dillerde yayınla ilgili sınırlamaları kaldıran, üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri ile Kürtçe enstitüleri kurulmasına izin veren, cezaevlerinde insanların yakınlarıyla anadillerinde konuşmasını yasak olmaktan çıkaran bir partinin birden milli şef dönemi uygulamalarına geri dönmesini beklemek ve diktatörleştiğini öne sürmek süreci doğru okuyamamaktan ileri gelen bir tutumdu.
Kürt sorunu mutlaka çözülecek
Seçmeli Kürtçe dersinin ardından Zana’nın Kürt sorununun çözümünde tek aktör olarak başbakanı göstermesi, ülkede barışın ve huzurun gelmesini arzu etmeyen ve sürekli Kürt sorunundan beslenen şiddet yanlısı kesimler tarafından karşılıksız kalmamıştı. Ne yazık ki her zaman olduğu gibi ne zaman Kürt sorununda olumlu bir hava oluşsa birtakım operasyonlara tanıklık ediyoruz. Hâlâ bu tür operasyonlarla Kürt sorunu üzerinden hükümetin düşürülmesi planları yapılmaktadır. Ancak sona gelinmiştir. Çözülmesini arzu etmedikleri Kürt sorunu mutlaka çözülecektir. Ve bu ülkede isteseler de istemeseler de Kürdüyle, Türküyle, Ermenisiyle, Alevisiyle, Sünnisiyle tüm farklılıklarımızla birlikte çatışmadan barış ve huzur içinde özgürce yaşamanın önündeki tüm engelleri aşacağız.
Türkiye, tüm kesimlerin rızası alınarak bu meseleyi çözüme kavuşturmak niyetindedir. Bunun iki nedeni var. İlki ve en önemlisi artık Türkiye gelinen noktada Kürt sorununu bünyesinde taşıyamayacak kadar dünyadaki gelişmelere açık bir ülke haline gelmiştir. Kaldı ki hayatın akışı da bu yöndedir. İkincisi de Ortadoğu dengeleri ve Türkiye’nin bölgede oynayacağı roldür. Kutuplaşmaları doğru okuyan ve politikalarını bu minvalde tanzim edenlerin kazanacağı önemli bir sürece girmekteyiz. Bu süreçte küçük düşünenler kaybeder.
Sivil anayasa
Başbakan’ın önceki yıllarda sivil anayasa ile ilgili olarak “meyvenin olgunlaşması gerektiğinden” bahsetmişti. Kürt sorunun çözümüyle meyve olgunlaşacaktır. Ve Türkiye tüm farklılıkları içine alan, onları özgür kılan yeni bir anayasayı yürürlüğe koymalıdır. Artık bizler tek tip uysal yurttaşlar yerine kendine güvenen, özgür, bilimle sanatla uğraşan, özgür bir devletin özgür bireyleri olmak istiyoruz. Yeni ve farklı düşüncelere kapalı, kendi ideolojileri içerisine hapsolmuş, bireyin hak ve özgürlükleri yerine kendi çıkarlarını koyan otoriter zihniyetlerin tüm çabalarına rağmen artık normalleşmemiz gerektiğini ve bu uğurda özgün projeler geliştirmemiz gerektiğini ifade ediyoruz. Barışa az kaldı. Umutlarımız yeniden arttı. Zaman barış sürecinin hızlanmasına ve yeni bir anayasa yazılmasına katkı sunma zamanıdır.
Taraf, 11.01.2013