Ben olmam; kimseye de olmasını önermem. Mahkemenin sonunu beklemek en sağlamı. Ama mahkemeye de müdahale etmemek şart. Son yazımda Başbakan Tayyip Erdoğan’a, övgüyle andığı Adnan Menderes’in ‘en büyük hatası’nı iyi incelemesi tavsiyesinde bulunmuştum. Galiba aynı tavsiyeyi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç için de yapmak gerekiyor.
Arınç, Balyoz soruşturmasında Orgeneral Balanlı’nın tutuklanması konusunda mahkemeyi ‘daha dikkatli’ olmaya çağırmış. ‘Üzerinde rütbe taşıyan, üniforma taşıyan insanların Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde belli bir noktada görev yapan insanların’ tutuklanmalarını ağır bulmuş, mahkemeyi ‘ince düşünme’ye davet etmiş.
Genelkurmay, nisan başında yayımladığı bildiride ‘incelik ayarı’ yapmıştı zaten. ‘Balyoz darbe planı’nın darbe planı değil, seminer planı olduğunu savcılara ve mahkemeye ‘tereddüde yer bırakmayacak şekilde izah etmiş’ler, ama mahkeme hâlâ tutuklamalarda ısrar edince de bir bildiriyle durumu ‘anlayamadıklarını’ ilan etmişlerdi. Mahkeme Genelkurmay’ın dediğini yapmıyordu ve bu ‘anlaşılmaz’ bir durumdu. Aslında anlaşılmaz olan Genelkurmay’ın ‘komutanları yargılanamaz’ görmeleri değil miydi?
‘Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugün üst düzey komutasındakilerin hukuka bağlı oldukları’ndan emin olmadan önce daha bir ay önce yayımladıkları bildiriyi okumakta fayda var. Yargıya müdahale anlamına gelen açıklamalardan herkesin kaçınması şart, hem askerî hem de politik güçlerin.
Darbe planı ve girişimi çok ciddi bir iddiadır. Mahkemenin tutuklama kararı da ‘kuvvetli şüphe’ ve ‘delilleri karartma’ ihtimaline dayanır. Böylesine ‘hassas’ bir konuda mahkemenin kararını örselemek ve davayı küçümsemek kimseye düşmez. Demokrasiyi, barışı, huzuru ve de ülkenin bütünlüğünü imha edecek bir darbe ihtimali yargı tarafından inceleniyorsa, bırakın incelensin. Darbecilik hastalığının tek bir tedavi yöntemi vardır çünkü: Yargılamak.
Balyoz, 1960 darbesi dahil yapılmış, kalkışılmış ve planlanmış darbeler arasında en kapsamlısı görülüyor. Böyle bir dava siyasal gevşekliği kaldırmaz. Hakkında ciddi darbe hazırlığı iddiası bulunan birisinin Harp Akademileri Komutanı olduğu bir ülkede ben rahat uyuyamam. Ya Başbakan Yardımcısı?
Tam elli yıl önce darbecilerin astığı Adnan Menderes, ordunun bir kalkışma içinde olabileceğine asla ihtimal vermedi. Bu konuda uyarılar da yapıldı, ihbarlar da geldi. Ama o, orduya güveniyordu. Daha doğrusu memleket için yaptıklarını düşünüyor; bütün o hizmetlerin karşılığının darbe olamayacağına inanıyordu. Ayrıca halkın da arkasında olduğunu biliyordu; yönetme hakkını hem de üç defa halktan almıştı ve bu hakkı ancak yeniden halk geri alabilirdi. Böyle bir durumda darbe olabilir miydi?
İhtimal bile vermedi. 1958 sonunda cuntayı deşifre eden çok sağlam bir ihbar yapılmasına rağmen ciddiye almadı. Binbaşı Samet Kuşçu’nun listesini verdiği cunta mensupları güya yargılandı. Sonuçta, hepsi serbest bırakıldı, çünkü onları yargılayanlar da cunta mensubuydu. Sadece ‘ihbarcı’yı, Samet Kuşçu’yu ordudan attılar, geri kalanlar bir yıl sonra darbelerini yapıp, Menderes ve arkadaşlarını astılar.
Özgüven iyi de, fazlası körlük yapar. Bugün, Balyoz davasında mahkemenin şüphesi doğruysa, darbe hazırlıklarına karışmış bu düzeyde bir kişinin ‘savaş makinesi’nin tepesinde oturması demokrasi için, ülke için, halk için çok büyük bir risktir. Kimse aradan çekilerek ‘başkaları’nı hedef haline getirmesin. ‘Biz iyiyiz, ama bakın şunlar rahat durmuyorlar’ tavrı faydasız bir savunma hattıdır.
Daha geçen hafta Genelkurmay hazırladığı tatbikatı bir gün öncesinde iptal etti. Bunu yargıya ve hükümete ‘mesaj’ iletmek üzere yaptığı kuşkusuz. Bu ‘mesaj’ı (aslında tehdit de diyebilirsiniz) yargının duymazlıktan gelerek işini yapmaya devam etmesi, fakat Başbakan Yardımcısı’nın ‘alması’ memleket için pek de ferahlatıcı bir haber değil. Şimdilerde birilerinin çaktığı ‘topuk selamları’ sizi yumuşatmış olabilir, ama halkın darbecilere karşı sağlam güvencelere ihtiyacı var. Aslında sizin de…