Müslüm Doğan, Alevi kimliği ile ön plana çıkan bir siyasetçi. Alevilik konusunda birçok çalışma yapmış ve Pir Sultan Abdal Derneği’nin Genel Başkanlığını yürütmüş. 7 Haziran seçimlerinde de HDP’nin İzmir Milletvekili olarak Meclis’e girmiş.
Geçtiğimiz günlerde Doğan’ın önceden planlanan bir toplantısı varmış. Konu; bazı Alevi ocaklarının vakıf temelinde örgütlenmesiymiş. Fakat son dönemde artan çatışma ve ölüm haberleri nedeniyle Doğan toplantısını daha sonraki bir tarihe ertelemiş. Gizli kapaklı alınmamış bu erteleme kararı, kimseden saklanmamış ve gerekçesi de şeffaf bir biçimde izah edilmiş.
“Aleviliği erteledi”
Bu arada Anayasanın ilgili hükümleri gereğince bir “geçici seçim hükümeti” kurulmuş. Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığında kurulan bu kabinede Doğan da HDP kontenjanından “Kalkınma Bakanı” olarak yer almış. Ortada garip bir durum yok. Doğan, partisinin genel siyasi tavrına uygun davranmış; anayasal hak ve toplumsal sorumluğun bir gereği olarak kendine tevdii edilen görevi üstlenmiş.
Ne var ki Doğan’ın bu kararı bazılarını çok rahatsız etmiş. Cumhuriyet gazetesi “Günün Haberi” başlığı altında, Doğan’ın kararını okurlarına “Bakanlığı duydu mezhebini unuttu” şeklinde aktarmış. Gazete, toplantının yapılma nedeni de çarpıtmış. Vakıf örgütlenmesi ile ilgili toplantıyı “Alevi askerlerin cemevlerindeki cenaze törenlerinde yapılan ayrımcılık” ille ilgili bir toplantı olarak sunmuş. Aslında gazetenin okurlarına vermek istediği mesaj gayet berrak: Doğan, Bakan oldu; bu nedenle devletin hassas olduğu bir konuda topa girmek istemedi ve toplantı yapmaktan vazgeçti. Yani Doğan, bakanlık makamı uğruna Alevi kimliğini bir kenara bıraktı.
“Yazı İşleri’nin takdiri”
Doğan, bu habere dair bir açıklama yaptı ve Cumhuriyet’in haberinin kabul edilemez olduğunu söyledi. Gerçekten de haber birçok açıdan defolu: Her şeyden önce gazeteciliğin ve haberciliğin en temel ilkelerinin çiğnediği açık. İkincisi, bir kimseyi hassas olduğu bir kimlik üzerinden tamamen yalan yanlış bilgilerle vurduğu belli. Üçüncüsü, açıkça bir ayrımcılık içerdiği ortada. Eğer benzer bir başlığı Cumhuriyet değil de AKP’ye yakın bir medya organı kullanmış olsaydı, kopartılacak olan gürültüyü varın siz düşünün!
Dolayısıyla nereden tutarsanız elinizde kalacak bir haber bu. Öyle ki, haberin altında imzası bulunan muhabir Emine Şahin “Haberdeki başlık ve yorumlar bana ait değildir, yazı işlerinin takdiridir” diyerek açıklama yapma zorunluluğu hissetti. Böylece kamuoyu, habere manipülatif bir karakter kazandıran iradeyi yakından teşhis etme şansına sahip oldu. Bununla birlikte, bence, burada yazı işlerinin takdir yanlışlığının ötesinde genel bir pozisyonun, bir ruh halinin izdüşümü var. O da şu:
“Yeni CHP, Gandi Kemal”
Türkiye’de uzunca bir süreden beri tüm enerjilerini AKP ve Erdoğan karşıtı bir blok oluşturmaya bir adayan bir kesim var. Bu amaçla olmadık işler yapmaya, beş benzemezleri bir araya getirmeye, yeni kahramanlar üretmeye çalışıyorlar. Bunun ilk işaretleri CHP’ye yapılan operasyonda verildi. Baykal’ın itiraz etmeye fırsata bulamayacak bir tarzda alaşağı edilmesinden sonra CHP yeni bir versiyonla piyasaya sürüldü. “Yumuşak güç”, “Gandi Kemal” parlatmalarıyla sahne alan Kılıçdaroğlu’nun şahsında, AKP ve Erdoğan’a karşı dengeleyici bir güç odağı oluşturulmak istendi. Ancak eldeki malzeme ile gözetilen hedef arasında kapanmayacak bir makas vardı. Nitekim kısa bir vakitte bu planın tutmayacağı, Kılıçdaroğlu CHP’si ile AKP’nin önüne geçilemeyeceği anlaşıldı.
İlk hamleden bir sonuç çıkmamıştı. Ancak vazgeçilecek değildi. İkinci ve daha derinlikli bir hamlenin sırasıydı. AKP’yi güçten düşürecek olan Kürt muhalefetiydi. PKK ve HDP, AKP’ye karşı konumlandırılmalıydı. Fakat bir sorun vardı: Çözüm süreci başlamıştı ve AKP ile PKK/HDP sürecin taraflarıydılar. Ortak bir iş yapıyorlardı ve onları mutlak karşıt cephelere sürüklemek kolay değildi.
Lakin çareler (!) tükenmezdi. Eğer ortak bir iş yapılıyorsa ilkin bu iş –yani çözüm süreci- itibarsızlaştırılmalıydı. Öyle de yapıldı. Ulusalcılar, milliyetçiler, Gülen Cemaati ve bazı liberal-sol isimler her biri bir taraftan sürecin ne denli berbat olduğunu kanıtlamaya giriştiler. Ulusalcılara göre vatan satılıyordu. Milliyetçilere göre devletin üç beş çapulcuyla görüşmesinin kabul edilir bir tarafı yoktu. Bunun yerine Kandil dümdüz edilmeliydi. Gülen Cemaati’ne göre şehirde KCK Operasyonlarına tam gaz devam edilmeli, dağda PKK’ye göz açtırılmamalıydı. PKK’nin belinin kırılması yakındı. Kendini dağlara vuran liberal-sol etiketli bazı isimlere göre ise süreç bir kandırmacadan ibaretti. “Aman ha” diyorlardı PKK’ye “Sakın silah bırakmayın, o sizin tek güvenceniz!”
Savaş duası
Bu kesimler, PKK ve HDP’yi Gezi Olaylarına katmak istediler ama PKK/HDP buna yüz vermedi. Çünkü “Kürtler ve Türkler Cihangir’de tanışmamışlardı.” Fakat onlar yılmadılar, bu kez PKK ve HDP’yi 17-25 Aralık Operasyonlarına ortak yapmaya çabaladılar. Ondan da bir ekmek çıkmadı, zira ortadaki “darbe mekaniği” görülmeyecek cinsten değildi. Yani HDP ve PKK hatırı sayılır bir zaman bu kesimden uzak durdu. Ancak bir noktadan sonra, özellikle 2014 yerel seçimlerinden sonra- PKK/HDP de mutlak AKP karşıtı koroya katıldı ve tamamen kendilerinden beklenen siyaseti yürütmeye başladı.
CHP hamlesinden farklı olarak PKK/HDP hamlesi netice verdi ve AKP iktidarı kaybetti. (Bunda AKP’nin ve Erdoğan’ın da büyük yanlışlarının payının da olduğu su götürmez.) Ardından süreç büyük kesintiye uğradı, silah sesleri yükselmeye başladı. Bizans’ta oyun bitmezdi, roller ihtiyaca binaen her zaman değişebilirdi. Öyle oldu. Dün çözüm sürecinin bitmesi için savaş duasına çıkanlar, çatışmaların başlamasının ardından timsah gözyaşları dökmeye başladılar. Kalemlerinden bazen örtük ama çoğu kez aleni sürece tahammülsüzlük damlayanlar birden eski güzel süreç günlerine methiyeler düzme yarışına girdiler. Manşetlerinde orduya “PKK işte orada, niye saldırmıyorsun?” diye okla adres gösterenler aniden vicdani retçi oldular. Süreç savunanları binbir hakaretle tefe koyanlar hiç güçlük çekmeden ve en ufak bir özeleştiri verme ihtiyacı duymadan süreç savunucusu kesildiler.
Araçsal kıymet
Tabi tüm bunlar yapılırken bir şeye hep dikkat edildi: AKP ile PKK/HDP arasındaki mesafeyi korumak ve hatta elden geldiğince bu mesafeyi açmak. Çünkü plan işlemiş, AKP iktidardan indirilmiş, çözüm sürecine darbe indirilmişti. Netice, tatminkârdı. O halde plan olduğu gibi devam etmeli, bu iki partinin herhangi bir şekilde birbirlerine yaklaşmalarına imkân tanınmamalıydı. Eğer olur da bir vesileyle bir araya gelmeleri söz konusu olursa buna hemen tepki göstermeli, HDP’nin oradan acilen uzaklaşması temin edilmeliydi.
İşte “Bakan oldu mezhebini unuttu”, “Bakan oldu, Aleviliği erteledi”, vb. bu stratejinin bir ürünü. Başlığı atanlar, HDP ve HDP’lilere, anayasal mecburiyet dâhilinde olsa bile AKP ile aynı kareye girmesi durumunda neler yapabileceklerinin sinyalini veriyorlar. Sebebi ne olursa olsun AKP ile aynı kare içine girmeleri halinde onları itibardan düşürmekten imtina etmeyeceklerini açıklıkla gösteriyorlar.
Her lafta AKP’ye çakmayı adet edinen ve bütün yaptıklarını büyük bir mahcubiyetle bu kesimlere kabul ettirmek isteyen HDP’liler için bu işaret fişekleri ne anlam ifade ediyor, bilmem. Naçizane önerim şu: Bugün konjonktürel olarak kendilerini baş tacı yapanlar için HDP, “kendinden” değil “araçsal” bir değer taşıyor. Ve yarın ertesi gün bekledikleri tablo oluştuğunda onların ilk olarak HDP’yi elden çıkaracaklarına dair en küçük bir şüphem de yok. Eğer HDP’liler meseleye bir de bu açıdan baksalar hem kendileri hem de ülke için çok büyük bir iyilik yapmış olurlar.
Serbestiyet, 31.08.2015