AYM’nin Dündar-Gül kararına ilişkin, iç ve dış (AİHM) içtihatlara atıfta bulunan gerekçesi kararla ilgili tartışmaları tam olarak bitir(e)medi. Yeni Yüzyıl’da yayınlanan bir yazısında Dr. Serdar Korucu Mahkeme’nin gerekçesinin ikna edici olmadığını ileri sürdü (“AYM’nin İkna Edici Olmayan Gerekçe Sorunu”, 19 Mart 2016).
Bir defa daha belirteyim: Dündar ve Gül’ün tutuklu yargılanmasının yanlış olduğunu düşünüyor(d)um. Tutuklama nadiren başvurulması ve kuvvetli gerekçelere dayanması gereken bir uygulama. Yakın geçmişte haksız ve gereksiz tutuklamanın çok acı örneklerini yaşadık. Sanıkların delil karartma ve kaçma ihtimâlinin yok veya az olması da tutuklu yargılamayı gereksiz kılıyor. Yargılama baştan itibaren tutuksuz sürdürülseydi olay bu kadar büyümez, uluslararası boyut kazanmazdı.
Davanın özü hakkındaki görüşlerim şöyle: Sanıkların casuslukla suçlanması bana yeterince inandırıcı görünmüyor. Casusluk gizli bilgilerin ele geçirilip bir düşman güce verilmesi ise burada böyle bir durum yok. Dündar elde ettiği – daha önce de kamuya duyurulmuş- bir bilgiyi, yayın yasağına rağmen, doğruluğu hakkında deliller bulunmayan yeni iddialar ekleyerek, tekrar ilân etti. Buna casusluk denebileceğinden emin değilim. Mamafih, demokratik ülkelerde benzer fiillerin casusluk olarak görülebildiğini de biliyoruz. En tipiği J. Assange’ın Wikileaks, E. Snowden’in NSA olayında casuslukla –hatta terörist olmakla- suçlanması. Ancak, bu görüşe onlar –özellikle Snowden- gazeteci değildi diye cevap verenler de var.
Cumhuriyet gazetesinin olayda kötü niyetli olduğu, Dündar’ın bir plana uygun olarak hareket ettiği bence kesin. Gazete daha çok dış kamuoyuna oynadı ve Türkiye’yi teröristlere yardım eden bir ülke, Erdoğan’ı bundan sorumlu lider olarak resmetmeye çalıştı. Ama bu çabanın dava konusu yapılması niyetler yargılanıyormuş izlenimini verir. Terör örgütüne yardım suçlaması da çok su kaldırabilir. Organize suç örgütüne destekten bahsedilse anlarım ama dünyayı PDY’nin terör örgütü olduğuna inandırmak –en azından şimdilik- zor.
AYM’nin tutukluluk meselesinde iç hukuk yollarının tüketildiği tespiti doğruydu. Fakat davanın özüyle ilgili olarak doğruyu yaptığını aynı gönül rahatlığıyla söyleyemiyoruz. Davanın safahatı yeterince ilerlemedi. Bu yüzden, doğru olan AYM’nin sadece tutuklulukla ilgilenmesi ve gerisini ceza mahkemesine bırakmasıydı. Her ne kadar Mahkeme çevreleri ‘casusluk’ ve ‘terör örgütüne yardım’ iddiaları hakkında bir hüküm verilmediğini belirtiyorsa da karara hem karşı çıkanlarda hem de savunanlarda aynı algının oluşması kararda böyle bir sorun olması ihtimâlini gösteriyor. Mahkeme birçok insanın gözündefiili sadece ifade ve basın özgürlüğü içine hapsederek yargılamayı bitirmiş oldu. Nitekim Can Dündar davanın ikinci duruşmasından önce yaptığı açıklamada “Anayasa Mahkemesi kararı bizi beraata götürecek” dedi (Hürriyet, 2 Nisan 2016). Bu saatten sonra ceza yargılamasını sürdürmenin bir anlamı var mı bilmem.
AYM’nin sanıkların tutuklanmasının ifade/basın özgürlüğüne engel olduğu iddiası da, AİHM kararına atıf yapılmasına rağmen, tartışmaya açık. Sanıklar içerdeyken de gazetelerinde yazmaya ve görüşlerini kamuya duyurmaya devam etti. Ayrıca, aynı mantıkla hareket edersek tutuklanan her sanığın mesleğini icra etme özgürlüğünün ihlâl edildiği sonucuna varmamız gerekir. Meselâ, bir tıp doktoru casuslukla suçlanıp tutuklansa, onun doktorluk mesleğini icra etme özgürlüğüne engel olunduğunu mu söyleyeceğiz? Gazeteciliğin özel bir yerinin olduğu öne sürülebilir, ama tutukluluğun kaldırılması sanıkların mesleklerini icraya dönmesini sağlamaya yeterdi, daha ileri gidip birçok kesime davanın esasının boşa düşürüldüğü izlenimini verebilecek/veren bir hükme imza atmak gerekmezdi.
Yeni Yüzyıl, 06.04.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/aym-beraat-mi-verdi-1904