Lisans öğrencisi olarak Ankara SBF’de okurken siyasal ideolojilerle ilgili görüşlerimizi etkileyen hocaların çoğu, derslerinde sosyalist perspektifi kullanır ve sosyalist tezleri kesinleşmiş bilimsel gerçeklermiş gibi bize aktarırdı. Faşizmle ilgili anlatım da bu çerçevede yapılırdı.
Buna göre faşizm ile liberalizm bir paranın iki yüzü gibiydi. Büyük iş çevreleri gelişen sosyalist hareketler karşısında sıkışınca çareyi faşizme başvurmakta bulurdu. Sosyalist hocaların faşizm anlatımının ikinci parçası, faşizmin irrasyonel, kan bağını öne çıkartan, reaksiyoner bir hareket olduğu ve sağlam bir teorisinin bulunmadığıydı.
Bir süre faşizmle ilgili bu fikirleri kafamda taşıdım. Daha sonraları karşıma çıkan iki önemli yazar görüşlerimin sarsılmasına yol açtı. O kadar ki, çok geçmeden onları tamamen terk ettim. Bu yazarlardan ilki ünlü özgürlükçü filozof Hayek’ti. Hayek, faşizm ile liberalizmin değil aslında faşizm ile Marksist sosyalizmin bir paranın iki yüzü gibi olduğunu, bu iki akımın felsefi öncüllerinde nispi bir farklılık olsa dahi yarattıkları siyasi ve iktisadi yapıların aynı olduğunu ileri sürmekteydi. Bu tezleri en etkili tarzda Kölelik Yolu (Liberte Yayınları) adlı ölümsüz eserinde dile getirdi.
Diğer yazar A James Gregor’du. Gregor neredeyse akademik hayatının tamamını faşizmi incelemeye tahsis etmişti. En önemli katkısı piyasada tedavülde olan –yukarıda birkaç cümleyle özetlediğim- ana faşizm yorumunun sosyalist bir yorum olduğunu göstermesiydi. Zamanla anonim “bilgi” haline gelen bu yorum sosyalist yazar Franz Neumann’a (Behemoth: The Structure and Practice of National Socialism (1942)) aitti. Gregor, eserlerinde sosyalist teorinin tarihi boyunca yaklaşık on tür faşizm yorumu yaptığını ve bu yorumların genellikle Sovyet Rusya’nın siyasi durumuna ve diğer ülkelerle ilişkilerine bağlı olarak değiştiğini gösterdi. Faşizmin sadece bir reaksiyoner yaklaşım olduğu, ciddi bir teorisinin bulunmadığı yolundaki tezleri de çürüttü.
Gregor’a göre İtalya’da en akıllı Marksist düşünürler dünya ölçeğinde sosyalizmin imkânsız olduğunu gördükleri için daha realist, bir başka deyişle lokal ve ulusal totaliterizme yönelmiş ve kuvvetli bir teori geliştirmiştir. Yani, bazılarının sandığının aksine, faşizmin güçlü bir entelektüel geleneği vardır. Faşizm aynen Marksist sosyalizm gibi bir ideal birey ve toplum tiplemesi yapan ve onları yaratmak için siyasi otoriteyi kullanmayı öngören devrimci, devletçi, baskıcı, totaliter bir yaklaşımdır.
Faşizmle ilgili olarak ele alınması gereken bir diğer nokta genel bir etiket olarak faşizmin nasyonal sosyalizmi de kapsayacak biçimde kullanılmasının doğru olup olmayacağıdır. Popüler siyasi dilde faşizm, hem İtalyan faşizmini hem de Alman Nazizmi’ni kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. Bunda bir yanlışlık ve bir yanıltıcılık vardır. Nazizm nasyonal sosyalizmin kısa adıdır ve Nazizm’in sosyalist karakteri ve kökleri çok belirgindir. Hayek bu yüzden Kölelik Yolu’nda “Nazizm’in sosyalist kökleri” üzerine bir bölüm yazmıştır. Faşizm terimi nasyonal sosyalizmi de kapsayacak şekilde kullanılınca nasyonal sosyalizmin özünde sosyalist bir model olduğu gözden kaçırılmaktadır. Bu yüzden, İtalyan faşizmi ile Alman nasyonal sosyalizmini bir torbaya tıkıp aynı adla adlandırmaktansa faşizm ve nasyonal sosyalizm etiketlerini ayrı ayrı kullanmak daha doğru olacaktır.
Faşizm, nasyonal sosyalizm ve Marksist sosyalizm, aralarında kimi farklılıklar olsa bile, insan ve toplum, birey devlet ilişkisi, devletin fonksiyonları, ekonomik hayatın düzenlenme biçimi hakkında pek çok ortak görüşe sahiptir. Buna rağmen 20. yüzyılın en vahşi despotizmini yaratmış olan Marksist sosyalizm aklanıp yüceltilmekte ve sadece faşizm (nasyonal sosyalizm öne çıkartılmadan) ayıplanıp kınanmakta, mahkum edilmektedir. Başka bir deyişle totaliterizmin bir türü yüceltilmekte, diğer bir türü kınanmakta ve yargılanmaktadır. Habermas gibi demokrasi teorisyenliğine soyunan kimi tanınmış yazarlar dahi komünizmin sorgulanmasından ve Nazi suçlarıyla komünist suçlara aynı muamelenin yapılmasından rahatsızlık duymaktadır.
Bunun sebepleri elbette araştırılmalıdır. Ancak, beni bu yazıyı kaleme almaya iten asıl etken son zamanlarda kimi Kemalist köşe yazarlarının liberal aydınlara yönelik saldırılarında yeni bir taktik geliştirmesi ve “liberal faşist” kavramını sahneye sürmeye çalışmasıdır. Hiç şüphe yok ki bu kavram bir oksimorondur (yan yana getirilmesi imkânsız iki kavramın birlikte kullanılmasıdır). Şüphesiz, “kendine liberal diyen” bazılarının kimi illiberal fikirleri savunabildiklerini gösteren örnekler az da olsa vardır. Lakin, birer felsefi akım olarak liberalizm ile faşizmi-nasyonal sosyalizmi bir arada düşünmek mümkün değildir. Nitekim, bu uyduruk kavramı kullanan Kemalist köşe yazarlarının kavramın içini doldurmaya yönelik ciddi bir çabalarını görmedik. Görebileceğimizi de sanmıyorum. Zira, ne kadar farkındalar bilmem ama, Kemalistler bu ülkenin en zayıf entelektüel kanadını teşkil ediyor. Hatta bir kanat teşkil edip etmedikleri bile tartışmalı. Keşke etselerdi ve liberal aydınları zorlayacak argümanlar geliştirebilselerdi. Bundan gerçekten çok ama çok yararlanırdık!
Bu kimselerin liberal aydınlara faşistlik atfetmesi, liberal aydınların Kemalizm-faşizm ilişkisini sorgulamasını gerekli ve meşru kılmaktadır. Bütün ciddi araştırmalar faşizmin bazı unsurları ve faşistlerin belirgin özellikleri üzerinde birleşmektedir. Faşizm bir “tek adam” kültüne dayanır. Duçe, führer, cadillo vs. gibi isimlerle anılan bu lider asla yanılmaz, bütün toplum için –yaşayanlar yanında yaşayacaklar için de- neyin en iyi olduğunu kesin olarak bilir. Faşistlere göre toplum liderin cismi ve öğretileri etrafında sıkılmış yumruk misali birleşmeli, bütünleşmeli ve parlak geleceğini yaratmalıdır. Faşizm plüralizmi reddeder, bütünleştirilmiş bir iyi insan-iyi toplum tanımı yapar. Her bireyin bu tanıma isteyerek uymasını talep eder. Uymayanları devlet aygıtları aracılığıyla uydurur. Buna rağmen uymamakta direnenler fiziksel olarak tasfiye edilir. Faşistler devlet iktidarına tapar. Devleti yüceltir. Devleti ulaşılabilecek en yüksek beşerî iyi olarak görür. Her şey devlet içindir ve her şey devlet içindedir. “Otoriteye hürmet” faşizmin bireylerden en baş talebidir. Otoriteyi en iyi simgeleyen üniformadır. Bütün faşistler üniformaya tapar. Üniforma sahiplerini yüceltir ve sorgulanamaz sayar. Faşistler militaristtir, yani askerî yol ve yöntemleri toplum hayatının her alanına yaymak ister. Faşizme göre bireyin hak ve özgürlükleri yoktur, görevleri vardır. Hatta birey bile yoktur, aynı değerler ve amaçlar etrafında kenetlenmiş bir kolektivite olarak ulus vardır. Faşistler demokrasiye inanmaz, onu bir oyun, bir hayal, bir aldatmaca olarak görür. Faşist kafaya göre bireyler, birey birlikleri ve toplum kendini idare edemez, onların yanılmaz bir rehber olarak lidere ve onun etrafında toplanan çelik iradeli kadrolara ihtiyacı vardır.
Şimdi her akıl ve insaf sahibi insandan hem liberalleri hem Kemalistleri faşizmin bu öğeleri ve faşistlerin bu özellikleri açısından karşılaştırmasını talep edebiliriz. Böyle bir karşılaştırmanın sonucu ne olacaktır dersiniz? Liberalizm mi yoksa Kemalizm mi faşizme daha yakındır? Liberaller mi yoksa Kemalistler mi faşist olarak adlandırılmayı hak etmektedir?
Zaman, 08.05.2009