Batı dünyası, 11 Eylül 2001’den bu yana, “İslami terör” adını verdiği bir tehlikeyi tartışıp duruyordu. Norveçli fanatik Hıristiyan Anders Behring Breivik’in gerçekleştirdiği korkunç katliam ise, adına “anti-İslami terör” denebilecek, hiç beklenmedik bir olgu koydu önlerine.
Bunun, tabiri caizse “İslam’la kafayı bozmuş” olan Batı medyasında yeni ve olumlu bir tartışma başlatması muhtemel.
New York Times gazetesinin aklı başında yazarlarından Roger Cohen, “Breivik ve Azmettiricileri” başlıklı dünkü yazısıyla bunun öncülüğünü yaptı bile. Bazılarının Norveçli teröristi izole bir psikopat gibi göstermek isteyeceğini, oysa adamın sadece hasta bir ruh değil aynı zamanda hasta bir ideolojiyle hareket ettiğini anlatan Cohen, bu ideolojinin hem Avrupa hem de Amerika’da bir dizi siyasetçi tarafından pompalandığını hatırlattı.
“İslamofobi” de denen bu ideolojinin siyasetçileri kadar “entellektüelleri” de var. Nitekim Norveçli teröristin hazırladığı ve eyleminden hemen önce internete koyduğu “2083: Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi” başlıklı 1500 sayfalık manifesto, söz konusu anti-İslami yazarlardan yaptığı alıntılarla dolu.
İnançsız ama Haçlı
Bu yazarların en dikkat çekici üçü, yani Robert Spencer, Bat Ye’or ve Andrew Bostom, benim de yakından tanıdığım isimler. Çünkü her üçü de, Amerikan basınında yayınlanan ve radikal İslamcılığın gerçekte İslam’ı temsil etmediğini savunan makalelerime sert reddiyeler yazmış, beni “İslam’ı sinsi sinsi savunmakla” suçlamışlardı.
Kendilerinin yaptığı ise, İslam medeniyeti tarihindeki bütün olumsuzlukları listeleyip, sonra da “bakın, İslam işte bunlara sebep oldu” demek. Mesela Andrew Bostom’a verdiğim uzun cevapta göstermiştim ki, adamın “cihadçı Müslümanların Akdeniz’de yaptığı katliamlar” dediği şey, aslında sadece ismen Müslüman olan korsanların yağmacılığından başka bir şey değildi.
“Karayip korsanları” ne kadar “Hıristiyan”sa, yani, Akdeniz korsanları da ancak o kadar “Müslüman”dı…
Tabii İslamofobların bu gibi saçmalıklarını eleştirirken, aynı yanlışın zıddına düşmemek, yani Batı’nın sadece olumsuzluklarını görüp, sonra bir de bütün bunları Hıristiyanlığa (veya Yahudiliğe) mâl etmemek gerek.
Bu açıdan Breivik’in vahşetine “Hıristiyan terörü” demek bile doğru değil. Çünkü, Norveçli terörist, her ne kadar “neo-Haçlı” olsa da, dindar bir Hıristiyan değil. Hatta inançlı bile değil. Meşhur manifestosunda, Allah’ın varlığına dair kuşkuları olduğunu, ama Avrupa’nın “Hıristiyan kültürünü” savunduğunu yazmış. “Öncelikle bir mantık insanıyım” demiş, Darwin’e övgüler düzmüş.
Menderes’ten Erdoğan’a
Gelelim hikayenin bir diğer enteresan kısmına: Breivik’in Türkiye hakkındaki görüşlerine.
Bunlar da, neo-Haçlı teröristin İslamofobik akıl hocalarından aldığı vizyonu doğruluyor. Buna göre, Müslüman toplumlara demokrasi yaramıyor. Çünkü demokrasi, dindar Müslümanları iktidara getiriyor! Bunun yerine laik dikta rejimleri kurulması lazım ki, din kontrol altında tutulsun.
Breivik, buna benzer lakırdılar ettikten sonra şu yorumu da yapmış:
“Hem mevcut Erdoğan yönetimi, hem de on yıl önceki dindar Erbakan hükümeti, İslam’ın Türkiye’deki ‘sosyo-politik uyanışının’ ileri aşamasını yansıtıyor. Ki bu uyanış, seçmen desteği uğruna Müslüman dini duyarlılıklarına taviz veren, tarikatları yeniden açan ve geniş bir cami inşası kampanyası başlatan Menderes hükümeti sırasında başlamıştı.”
Bana bir yerlerden tanıdık geliyor bu jargon ama, tam çıkaramadım.
Siz çıkarabildiniz mi?
Star, 27.07.2011