Eskiden farklı olurdu. Çocukları PKK’ye katılan ailelerden bazıları, PKK içinde/üzerinde hatırlı bir ismi aracı kılar çocuklarını öyle getirmeye çalışırlardı. Ya da aile kendisi harekete geçer, mesela Kandil’e gider çocuklarının kendilerine teslim edilmesini isterlerdi. İş sessiz sedasız halledilmeye çalışılır, görüşmeler gizlilik içinde yürütülür, gürültü çıkmamasına azami ihtimam gösterilirdi.
İstisnalar dışında, bu yolları izlemekle pek sonuca varılamazdı. PKK’nin temel gerekçesi, çocuklarının kendi istekleriyle katıldıklarıydı. Çocuklara herhangi bir baskı söz konusu değildi, kendi arzularıyla PKK’ye dâhil olmuşlardı ve geri dönmek de istemiyorlardı. Dolayısıyla yapılacak bir şey yoktu, aileler çocuklarının kararlarına saygı göstermeliydi.
Şimdi ise yeni bir durum var. Hem Kürt toplumu, hem de Kürt siyaseti için. Bunu çözüm sürecinin bir sonucu olarak görmek mümkün. Süreç, insanlara bir güven sağladı, herhangi bir talep için demokratik mekanizmaları kullanmayı sağlayan bir vasat oluşturdu, politik aktörlerin tercihlerinin daha fazla sorgulanmasının önünü açtı. Bugün aileler “Madem barış yapılacak, o halde çocuklar neden dağa çıkıyor/çıkarılıyor?” diye soruyorlar. Sessiz kalmıyorlar, gizli kapaklı yöntemlere başvurmuyorlar, tepki ve istemlerini açık kanalları kullanarak dillendiriyorlar. Böylelikle kamuoyunu olaydan haberdar kılıyor, desteğini arkasına alıyor, PKK üzerinde demokratik bir baskı oluşturuyor ve bu yolla çocuklarının kendilerine verilmesini temin etmeye çalışıyorlar.
Sürecin başlangıcı
Bu yeni durumu başlatan olaylar, bir buçuk ay öncesine dayanıyor. Bir gençlik örgütlenmesiyle Diyarbakır-Lice’deki Birkleyn Mağarası civarındaki bahar şenliklerine gidenlerden bazıları PKK’ye katılıp geri dönmüyorlar. Çocuklarından haber alamayan bazı aileler, insan hakları örgütlerine başvurup yardım talep ediyorlar. Böçküm Ailesi ise tepkisini farklı bir şekilde ortaya koyuyor: Evinin önünde bir çadır açıyor ve çocuğu kendisine geri verilinceye kadar eyleme devam edeceğini belirtiyor. Bir süre sonra, aile muradına eriyor, çocuğuna kavuşuyor.
Böçküm Ailesinin başarısı, diğer ailelere umut ve cesaret veriyor. Önce üç aile Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (DBB) önünde çadır kuruyor ve imza kampanyası başlatıyor. DBB’nin PKK ve BDP için sembolik anlamı malum; aileler Kürt siyasetinin kalbi olan bir mekânda eylem yapıp PKK ve BDP’ye doğrudan mesaj veriyorlar. Ailelerin kararlığı ve eylemi sürdürmedeki azimleri, daha önce düşünse de bu tür bir eyleme başvurmayan ailelerin de katılımını beraberinde getiriyor. Zamanla ailelerin sayısı artıyor ve sadece son dönemde değil daha önceki dönemlerde de PKK’ye katılan çocukların ailelerin dâhil olmasıyla eylem büyüyor. Bugün itibariyle ailelerin sayısının 70’e yaklaştığı belirtiliyor.
Ailelerin eylemi bir süre medyada ve siyasette yankı bulmuyor. Talep etmelerine rağmen aileler BDP’li yetkililerle de görüşemiyorlar. Hatta BDP Diyarbakır İl Örgütü’nde açıklama yapmak isteyen aileler ile partililer arasında bir tartışma çıkıyor, tartaklanmalar oluyor. Bunun üzerine bazı aileler de Diyarbakır-Dağkapı Meydanı’nda çadır açıyorlar.
Eylem büyüyünce, medya ve siyaset dünyasının görmezden gelme tavrı son buluyor. Medya olayın üzerine eğiliyor ve böylece ailelerin sesi tüm Türkiye’de duyuluyor. Siyaset meseleyi gündemine alıyor, partilerin grup toplantılarında bu konu konuşulmaya başlanıyor. Başbakan, BDP ve HDP’ye çocukların serbest bırakılması için harekete geçmelerini, aksi takdirde kendilerinin B ve C planlarının olduğunu söylüyor. PKK açıklama yapıyor, Demirtaş ailelerle buluşuyor ve çocuklar ilgili Kandil ile görüşeceğini belirtiyor. Aileler ise 1 Haziran’a kadar eylemlerine devam edeceklerini belirtiyorlar.
‘Kaçırılan çocuklar’
Yazılı ve görsel medyada bu hadise aktarılırken sürekli olarak “kaçırılan çocuklar” ifadesi kullanılıyor. Bu ifade, var olan sorunu doğru tarif etmiyor. Ortada “kaçırılan” değil PKK’ye “katılan” çocuklar var. Nitekim Mazlum-Der Diyarbakır Şube Başkanı Abdurrahim Ay, bu konuyla alakalı olarak “kendilerine başvuran 11 aileden sadece birinin çocuğunun kaçırıldığı iddiasında bulunduğunu, diğer ailelerin ise çocuklarının kendi istekleriyle PKK’ye katıldıklarını belirttiklerini” ifade ediyor. Çözüm süreci başladıktan sonra da katılım durmadı; sayı konusunda net bir rakam yok ama bir buçuk yıllık süreçte PKK’ye çok sayıda katılım olduğu biliniyor.
Bu itibarla “kaçırılma” üzerinden yapılacak bir okuma olayın anlaşılmasını imkânsız kılar. Kaçırılan değil, katılan çocuklar var. Öncelikle bu tespit edilmeli. (Çocukların neden dağ yolunu tuttuklarını bir başka yazıda tartışmayı umuyorum.) Ardından da, ister katılsın ister kaçırılsın, PKK’nin çocuklara karşı yükümlülüklerinin üzerinde durulmalı. PKK, 2013’te çalışmaları BM tarafından desteklenen Cenevre Çağrısı adlı sivil toplum kuruluşuyla, üç yıllık görüşmelerin ardından, “Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname”yi imzaladı ve kamplarını denetime açtı.
‘Savaşçı olmayanlar’
Taahhütname, 18 yaşın altındaki çocukların çatışmalarda yer almasını engelleme ve onları çatışmaların etkilerinden korumayı amaçlıyor. PKK, bu taahhütnameye bir şerh koydu. 16-18 yaş arasındaki çocuklar için “savaşçı olmayanlar” kategorisi oluşturacağını ve bu yaş aralığındaki çocukların sadece bu kategoriye katılmalarına izin vereceğini kayıt altına aldı.[1]
Bu durumda yapılması gereken iki şey var: İlkin, 16 yaşına kadar olan tüm çocukların, ister gönüllü ister gönülsüz olsun, PKK tarafından hemen ailelerine teslim edilmesi gerekiyor. Cenevre Çağrısı’nda PKK “Çocuklara silahlı güçlerimize ulaşma ya da saflarında kalma izni verilmeyecektir” ifadesinin altına imza attı. Bu taahhüt, herhangi bir koşul öne sürmeden 16 yaşına kadar olan çocukların ailelerine teslimini zorunlu kılıyor.
İkincisi, Mazlum-Der’in yaptığı bir çağrı var. Mazlum-Der, PKK’nin taahhütnameye koyduğu şerhi kaldırmasını ve 18 yaşına kadar olan tüm çocukların ailelerine iade edilmelerini istiyor. [2] Bu, yerinde ve haklı bir talep; ailelerin demokratik eylemi bu tür talepleri hem güçlendiriyor ve yaygınlaştırıyor, hem de PKK’nin yeni bir pozisyon almaya zorluyor.
‘Kandırılmış aileler’
Bazı kesimlerin, ailelerin koyduğu tavrı ele alma biçimleri son derece sorunlu. PKK’den çocukları geri göndermesini isteyenlere karşı devletin çocuklara yaptığı hukuk dışılıkları örnek göstermek, bu sorunlardan biri. Oysa devletin çocuklara yaptığı haksızlıklar PKK’nin çocuklara karşı sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. “Çocuk hassasiyeti olana Pozantı’yı hatırlatın” demek bir anlam ifade etmez. Hem Pozantı’da devletin çocuklara yaptığının peşine düşülür ve bunun hesabı sorulur, hem de PKK’den çocukları geri getirmesi talep edilir. İkisi birbirinin karşısına konulabilecek hususlar değil.
Ailelerin “kandırılmış” ve “kullanılmış” olarak vasıflandırılması bir diğer sorun. Mesela PKK yaptığı açıklamada “Türk Psikolojik Savaş Dairesi’nin bazı aileleri kendilerine karşı kullandığını” belirtti. Medyada bazı isimler de aynı hattı izlediler; ailelerin devlet politikaların bir aracı haline geldiklerini ve kandırıldıklarını yazdılar.
“Kullanılmış”, “kandırılmış” sıfatları, tipik bir devlet/otorite dilinin yansımaları. Yakından biliyoruz. Geçmişte (ve şimdi de) çoğunlukla devlet bu sıfatlara başvururdu, PKK’nin kandırdığı ve kullandığı insanları dağa çıkardığını söylerdi. Bugün ise PKK, çocuklarını talep eden ailelerin “kullanıldıklarını” ve “kandırıldıklarını” söylüyor. Geçmişte bazı asker eşleri ve anneleri, eşlerinin ve çocuklarının kirli bir savaşta ölümünü sorguladıklarında“PKK’nin propagandasının aleti olmakla ve onun ekmeğine yağ sürmekle” suçlanırlardı. Bugün çocuklarını ölümünü engellemeye çalışan Kürt anneler devlet politikasının aracı olarak suçlanıyor.
Oysa anneler en değerli varlıkları için saygıdeğer bir mücadele sergiliyorlar. Onların bu mücadelesini kandırıldıklarına ve kullanıldıklarına bağlayarak bastırmak veya taleplerinin üzerini örtmek mümkün değil. Bugün bu Kürt annelerin kandırıldıklarını veya kullanıldıklarını söyleyenler, yarın mesela Türk aileler çocuklarının savaşa gitmemesi için buna benzer bir sivil tepki ortaya koyduklarında ne diyecekler? Onların da kandırıldığına ve kullanıldığına mı hükmedecekler?
Evet, eskiden böyle şeyler olmazdı, artık oluyor. Ama kimsenin kandırıldığı yok. Art niyet aramak da yersiz; çünkü ardında bir şeyler aranan bu yeni durum, aslında hayatın olağan akışına evirilmesinin doğal bir sonucunu ifade ediyor. Silah hayatımızdan uzaklaştıkça demokratik talepler daha görünür hale geliyor, barış iklimi geliştikçe PKK de çoğulculuk gerçeğiyle daha fazla yüz yüze geliyor, hepsi bu.
Bu tartışmanın sonucunu kestirmek zor değil. Çünkü anneler her zaman devletten güçlüdür ve nihai hüküm de onlardadır. Demokratik müzakerenin derinleşmesi ve düzeyi adına umut verici bir sivil talep ve bir sivil girişim bu.
Dileyelim ailelerin hasreti çabuk bitsin.
serbestiyet.com
[1] Ayrıntılı bilgi için: http://www.demokrathaber.net/guncel/pkkye-cenevre-cagrisi-hatirlatmasi-h33062.html
2 http://www.on5yirmi5.com/haber/guncel/olaylar/158456/ailelerin-eylemleri-1-haziranda-son-bulacak.html