Anayasa madde 66

Yol haritalarının ana hatları yavaş yavaş belirginleştikçe; kocaman karmakarışık bir yün yumağına benzeyen Kürt sorununda yumağın ucunun nerede olduğu da çıkıyor ortaya. Elbette, bir değil, birkaç uç var bu yumakta ama öyle onlarca da değil.

Bu uçlardan bir tanesi de şu malum Anayasa maddesi…

Anayasa madde 66 diyor ki: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür…”
Eğer Anayasa, devletimizin temel taşlarını döşeyen bir metin ise, apaçık olan şu ki, bu taş oraya yanlış konmuş. Bu taş bir inşaat hatasıdır ve hemen düzeltilmelidir. Böyle bir değişiklik sorunu çözmez ama en azından Kürt sorununun varlığının teşhis edilebildiğini gösterir.

Evet, sorunun kökü budur; Kürtler’i Türk yapmaya çalışmak…

Türkiye Cumhuriyeti on yıllardır bu maddeyi işletmek için çok kan döktü. Ama olmadı; Kürtler’i bir türlü Türk yapamadı! Bin kere de “Sen Türk’sün” dese, bunu anayasalara, dağlara taşlara da yazsa Kürtler Türk olamadı!

“Kürtlük etnik kimliktir ama Türklük etnik değil, milli kimliktir” lafları çocukça bir kandırmaca çabası olmaktan öte gidemedi ki aslında böyle bir durumda çocuklar bile sorar: Neden benimki öyle oluyor da seninki olmuyor?

66. madde savunucularının buna verdikleri tek cevap var: Çünkü ben öyle tarif ettim.

Böyle bir hatayı biyoloji kitaplarında yapsanız, mesela hayvanları kategorize ederken aynı familyada yer alan iki memeliden birinin adını familya adı yapsanız, hayvanlar buna itiraz edemez.

Ama anayasalar hayvanlar için değil insanlar için yapılır ve insanlar da bir şey kırk kere söylendi diye doğru kabul etmezler. Nitekim etmediler. Takrir-i Sükun’dan bu yana itirazlarını sürdürdüler; Türk etnik kimliğinin adının “üst kimlik” adı altında boyunlarına asılmasına razı olmadılar. Devlet o kimlik kartını boyunda taşıma mecburiyeti getirmeseydi, belki Kürt olduklarını da şimdiki kadar kuvvetle hatırlamayacaklardı. Etnisiteleri kimliklerinin bu kadar önemli bir parçası olmayacaktı.

Neyse olan oldu ve biz bugünlere geldik.

Bugün artık bu abuk sabuk inattan vazgeçip 66. maddenin bir an önce değiştirilmesi için kolları sıvamak lazım.

Ortalıkta birçok formülasyon var. Amaç sorun çözmek olduğunda bunların herhangi biri üzerinde anlaşmak ve meseleyi hukuki düzeyde halletmek işten bile değil.

Yeter ki herkes artık bu “tarihi” demagojinin sökmediğini; toplumların demagoji ile idare edilemeyeceğini anlasın.

***

Ahmet Taşgetiren’le aramızdaki tartışmayı noktalamanın zamanı geldi.

Taşgetiren’in son yazısındaki şu satırları önemsiyorum:

Türkiye uygulaması, devletin, dini alanı denetlediği, gücü yettiği oranda azaltmak için uğraştığı, tüm devlet politikalarını, dini hayatı azaltılmış bir toplum inşasına göre dizayn ettiği gerçeğidir. (…) Devlet özgürlük alanı açsın ve toplum kendi değer dünyası ile özgürce buluşsun. Bu toplum yönelişi İslam’a doğru olacak ve bu yöneliş, devletin şablonlarını aşacak diye peşin kısıtlamalar getirilmesin. (…) Ben, iktidardaki herhangi bir muhafazakâr partinin de asla yukarıdan aşağı bir İslamlaşma uygulamasına gitmesini doğru bulmuyorum. Toplum, “muhafazakâr” bir toplum olmak istiyorsa, öyle olabilsin, “dindar” olmak istiyorsa öyle olabilsin. (…) Elbet toplumda bir kesimin dindarlığı diğerlerine baskıya dönüşmesin. Ama muhtemelen baskıya dönüşür yaklaşımı ile inanç özgürlüğüne peşin sınırlamalar gelmesin. Baskı yapanın yakasına hukuk yapışsın.”

Bu satırlar Ahmet Bey’le aramızdaki ortak paydadır. Ben bu ortak paydayı koruduğumuz sürece farklılıklarımızın ancak zenginlik olacağını ve tartışmanın sürmesiyle bu zenginliğin daha da artacağını düşünürüm.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et