Darbeye teşebbüs edenler yargılanırken bir darbeyi fiilen yapan kişinin sâbık cumhurbaşkanı olarak caka satması açıklanabilir bir durum değildi elbette.
12 Eylül referandumuyla açılan yolda ilerleyen yargı, sonunda darbecileri yargılamaya başladı.
Ancak işin ironik yanını unutmamak lazım. Memleketin anayasal ve kurumsal yapısı ile bu yapının dayandığı ideoloji, darbeyi yapanların eseri. Yarıdan fazlası değiştirilmiş de olsa hâlâ 1982 Anayasası ile yönetilmeyi içine sindirenlerin bu anayasayı yapan paşaları yargılamaya hakkı var mı, tartışılır. Darbe suç ve darbecilerin yaptıkları gayrimeşruysa 12 Eylül kalıntısı bütün kanunların ve kurumların da esaslı bir şekilde sorgulanması gerekir.
Bunların başında anayasa geliyor elbette. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu konudaki mesajı anlamlı. Davaya müdahil olan siyasî partilerin yeni anayasa yapımında da aynı duyarlığı göstermesi ve darbecilerin anayasadaki tüm izlerinin bitirilmesi için işbirliği yapmaları beklenir. Ama görünürde bu yönde umutlandırıcı bir hareketlenme yok.
Darbecileri yargılamak elbette sembolik olarak son derece önemli. Hem heveslileri caydırıcı hem de siyasal kültürü sivilleştirici yönde ‘eğitici’ sonuçları var yargılama sürecinin. Ama 12 Eylül’le hesaplaşmanın bence en etkili ve de yapıcı yolu sivil bir anayasa yapmak olmalı. Bu yapılmadan 12 Eylülcüleri yargılamak kendimizi kandırmaktan ileri gitmez; psikolojik olarak bizi rahatlatır, sembolik bir değer taşır. 12 Eylülcüler bu yargılamanın ardından mahkûm bile olsalar, diyecekleri; ‘biz içerdeyiz, ama anayasamız hâlâ ayakta’.
Davaya müdahil olan siyasî partiler ve TBMM bunu sindirebilir mi?
Mesele sadece anayasa da değil. Sistemin temel kurucu yasaları olan Siyasî Partiler Yasası, Seçim Yasası, Meclis İçtüzüğü ve hatta Yüksek Öğretim Yasası da 12 Eylül eseri. Darbecileri yargılayıp onların ‘eserleri’ne dokunmamak izah edilemez.
Bugün darbecilerin yargılanmasını mümkün kılan anayasa değişikliğini böyle bir derinlikle okumak mümkün. Yüzde 58 destek, salt formalite bir yargılanma için değildi herhalde; 12 Eylül’le kapsamlı bir hesaplaşma talebi ve iradesiydi.
12 Eylül darbesinin ve darbecilerin yargılanması yeni bir demokratikleşme dalgası oluşturmak için itici bir zemin işlevi görebilir. Sivil ve demokratik siyasetin tahkim edildiği, hatta yeniden inşa edildiği yapıcı bir diyalog neden mümkün olmasın? Askerî bir rejim altında, hukukun askıya alındığı bir dönemde neler yaşandığını hatırlamak farklı görüşten de olsa sivil güçleri vazgeçilmez ortak değerler etrafında birleştirebilir.
TSK İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesinin değiştirilmesi bu yönde ilk adım olabilir. Kendisi 1960 darbesinin ürünü olan bu kanun ve bu madde daha sonraki darbelerin de dayanağı oldu hep. ‘Cumhuriyet’i kollamak ve korumak’ adına darbeler meşrulaştırılmaya çalışıldı. Darbeciler ve darbe teşebbüsünde bulunanlar yargılanırken böyle bir kanun maddesinin hâlâ varlığını muhafaza etmesi zaten saçmalık. Buna son verilebilir.
Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar 35. maddenin değiştirilmesi için bir kanun teklifinde bulundu. Çok yerinde ve zamanında verilen bir teklif bu. Darbelerin dayanağı yapılan bu kanun maddesinin değiştirilmesi veya kaldırılması daha fazla ertelenemez. Zor mudur TSK’nın görevini ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin topraklarını korumak’ olarak yeniden tanımlamak?
Düşünün bir yandan 12 Eylül darbecileri yargılanıyor, öte yandan yeni anayasa yapımı konusunda siyasî partiler birlikte çalışıyor ve de meş’um 35. madde kaldırılıyor bütün siyasî partilerin ortak girişimiyle!
Böyle bir tablo demokratik siyaseti temel referans alan yeni ve ortak bir inşa süreci demektir. ‘Oyunun kuralları’nın böylesi bir toplumsal ve siyasal uzlaşıya dayanılarak kurulması da siyaset dışı aktörlerin siyasete müdahalesinin zeminini ilelebet durduracaktır.
Bütün bunlara fazla iyimser bir beklenti diyebilirsiniz. Ancak 12 Eylül’le hesaplaşma demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu siyaseti geri çevrilemez hale getirecek adımlarla desteklenmezse yargılamalar sıradan bir ‘intikam’a dönüşür.
Zaman, 06.04.2012