Yozgat’ta OHAL’e dayanarak içki satışının yasaklandığı veya satış ve kullanma alanının çok sınırlandığı yolundaki bir haber kadim tartışmaları tekrar alevlendirdi.
Alkol insan hayatındaki bir gerçek. Dünyanın hemen her yerinde insanlar alkol üretiyor ve tüketiyor. Alkole karşı çıkanlar onun haram ve/veya zararlı olmasına işaret etmekte. Alkol tüketenler ise hayat tarzlarını belirleme ve zararlı da olsa istedikleri şeyi tüketebilme özgürlüğüne işaret etmekte. Aşırı alkol kullanımı hem tüketene zarar verebilmekte hem de ciddî toplumsal problemlere sebep olabilmekte. Bu yüzden, dünyada hemen hemen her yerde alkol tüketim yaşı, kullanma alanı, satış saatleri bakımından regüle ediliyor. Ayrıca, alkol ürünleri hem caydırma hem de kamu geliri elde etme amacıyla ortalamanın epeyce üstünde vergilendiriliyor.
Türkiye gibi halkının çoğunluğu Müslüman olan ve uzunca bir süredir muhafazakâr bir partinin iktidarda oturduğu bir ülkede alkolle ilgili düzenlemelerin Hristiyan nüfusun ağırlıkta olduğu ülkelerdekine nispetle biraz daha kısıtlayıcı olması beklenebilir ve normal karşılanabilir. Ancak, iktidarların alkol satış ve tüketimiyle ilgili sınırsız regülasyon yapma yetkisine sahip olması ve doğrudan doğruya veya dolaylı olarak alkol tüketimine bilfiil yasak getirmesi kabul edilemez.
Dindar Müslümanlar, tabiatıyla, alkolün haram ve bu yüzden de iğrenç bir şey olduğuna inanır, hiç kimsenin alkol tüketmemesini temenni eder. Fakat, Müslüman ülkelerde bile kimi insanlar hayatlarına tat ve renk katmanın bir yolu olarak düzenli biçimde veya arada sırada alkol tüketiyor olabilir. Başka bir deyişle bir ülkenin nüfusunun Müslüman olması orada otomatikman alkol tüketimini sıfırlayamaz.
İçkiyle ilgili regülasyonların genel olarak dinî değil seküler gerekçelere dayandırılması doğru ve yararlı olur. Dinî gerekçeler kullanmak bir dinî görüşün başka dinî veya seküler görüşlere empoze edilmesi anlamına gelir. Unutmayalım ki bir açık toplumda birbirinden farklı dinî inançlar ve iyi anlayışları bulunur ve bunların hiçbiri kamu otoriteleri tarafından diğerlerine tercih ve tüm topluma empoze edilemez.
Bu gerçeklerin ışığında bakıldığında ülkemizdeki mevcut alkol düzenlemesinde bazı problemlerin olduğu görülüyor. Alkollü içki reklamının tamamen yasaklanması yanlış. Televizyon gibi neredeyse tercih etmeyen insanları ve küçük çocukları bile alkol reklamlarına maruz bırakabilecek mecralarda bir kısıtlama düşünülebilirse de reklam yasağını gazete ve dergilere kadar genişletmek gereksiz. Satış saatlerine abartılı sınırlamalar getirilmesi de hatalı. Üstelik hem işlemesi zor hem de karaborsayı teşvik edebilecek bir yöntem. Genç nüfusun çok ve dolayısıyla her yerin okullarla dolu olduğu, çok sayıda caminin bulunduğu bir ülkede alkol satış yeri mesafesini yüz metre olarak belirlemek de birçok yerde içki satılamaması veya gizlice satılması sonucunu verebilmekte.
Sağlığa zararlı ve çeşitli negatif dışsallıklar yaratan alkolle ilgili düzenlemeler üzerinde bu kadar durmak yersiz bir hassasiyet sayılmamalı. Alkol hem dindar muhafazakârların tâbi tutulabileceği temel özgürlük testlerinden biri hem de, sevelim sevmeyelim, Müslüman ülkelerde özgürlüğün varlık veya yokluğunun bir nişanesi. Özgür insan içki içme veya içmeme şıklarından istediğini tercih etme ve tercihini uygulama hakkına sahip. İçmeyenin içmeye zorlanması da içenin içmemeye zorlanması da bir özgürlük ihlâli. Özgürlükçü bir ülkede alkol tüketimi dinî değil seküler gerekçelerle regüle edilebilir, ancak, doğrudan veya dolaylı yollarla ortadan kaldırılamaz. Bunu yapmak özgürlüğe önemli bir darbe indirmek anlamına gelir.
Samimiyetle özgürlük isteyen herkese şu hatırlatılmalı: Şahsî özgürlüğün bir bedeli vardır ve bu bedel başkalarının bizimkilerle eşit özgürlüğüne saygı göstermektir. Dindarlar alkol kullanımıyla özgürlüğü boğma potansiyeline sahip bir savaşa girme tutkusundan vazgeçse ve onun yerine enerjilerini ve zekâlarını özgürlük ve demokrasiyi yaygınlaştıracak ve derinleştirecek reformlarla uğraşmaya hasretse memleket için de kendileri için de çok daha hayırlı bir iş yapmış olurlar.