Uluslararası insan hakları sözleşmeleri kapsamında ‘laik devlet’ herkese ve her inanca eşit mesafede durma ve eşit davranma ilkesini içermektedir. Bu çerçevede, “din ve vicdan” özgürlüğü uluslararası insan hakları sözleşmeleri bakımından önemli bir yere sahip olmasının yanı sıra “liberal demokrasi”nin de temel taşlarından birini oluşturmaktadır.
‘Alevi’liğin ve ‘Alevi’lerin nasıl tarif edildiği değil, Alevilerin kendilerini nasıl tarif ettikleri önemlidir. Alevilerin neyi nasıl yaşayacakları, ibadet şekilleri, inançları kendi bilinçli tercihleri olarak kabul edilmeli, Devlet de dâhil olmak üzere, hiçbir bireyin ve kurumun “Alevilerin inanç ve yaşam” biçimine müdahale etmesi, “temel hak ve özgürlükler” açısından doğru bir yaklaşım değildir. Temel hak ve özgürlükler kapsamında “Din ve vicdan özgürlüğü” önemli bir yere sahip olmasının yanı sıra “Liberal Demokrasi”nin ve “Açık Toplum” olmanın da temel taşlarından birini oluşturmaktadır.
Din ve inanç özgürlüğü açısından Alevilerin ibadet hakkı
Uluslararası sözleşmeler temel hak ve özgürlükler açısından “din ve vicdan” özgürlüğüne vurgu yaparak, korunması açısından “taraf devlet”lere yükümlülükler getirmiştir. Ülkemizde de, her ne kadar ‘T.C. Anayasa’da evrensel temel hak ve özgürlüklere atıfta bulunulmuş olmasına rağmen uygulama açısından engeller ve çelişkiler bulunmaktadır.
Anayasanın, “Din ve Vidan Özgürlüğü” madde 24’de düzenlemekte, ‘Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması’ madde 40 ile, hak ihlaline uğrayanların yetkili makamlara başvurma yolunu açmaktadır. “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” madde 90, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” denilerek uluslararası sözleşmelerin önemini vurgulamaktadır. Ve böylece uluslararası sözleşmeleri aynı zamanda bir iç hukuk unsuru haline getirmiştir.
Anayasanın “Çeşitli hükümler” başlığı altında, “İnkılap kanunlarının korunması” madde. 174 “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:” diyerek, ‘T. C. Anayasa’ 90. Madde hükmü ile çelişmektedir.
677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla (türbede hizmet edenler) Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun”un, madde 1. “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakıf suretiyle, gerek mülk olarak şeyhinin tasarrufu altında, gerek diğer suretlerle tesis edilmiş bulunan bilumum tekkeler ve zaviyeler, sahiplerinin diğer şekilde temellük ve tasarruf hakları baki kalmak (yani başka maksatlar için kullanılmak) üzere kâmilen kapatılmışlardır. Bunlardan mevzu usulü dahilinde halen cami veya mescit olarak kullanılanlar ipka edilir.
Bilûmum tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, naiplik, halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadiyle nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle, bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iksâsı (elbise giyilmesi) memnudur.”
Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile birlikte ‘Alevi’lerin ibadet mekânları olan ‘dergâhlar/tekkeler’ kapatılmış, inançlarını yaşama ve sürdürme imkânı kalmamıştır. ‘Alevi’ inancını öğreten ve önderlik eden makamlar/kişiler yasaklanmıştır. ‘Alevi’lerin tek inanç merkezi olan aynı zamanda “cem’’ yeri olarak da kullanılan “dergâh/tekke’’lerin kapatılması ve makamların yasaklanması, dolaylı olarak ‘Alevi’liğin inançsal anlamda sürdürülebilirliğini engellemiştir. Bu kanunun bir başka düşündürücü yanı, tüm sayılan bu mekân ve makamların, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve gaipten haber veren kişiler ve uygulamalarla bir tutulması ve aynı kefeye konularak yasaklanmasıdır.
‘Dergâh’, ‘türbe’, ‘zaviye’ler gibi ‘inanç’ ve ‘ibadet’ merkezlerini kapatan; ‘dedelik’, ‘babalık’, ‘çelebilik’, ‘şeyhlik’, ‘seyitlik’, ‘müritlik’ gibi makamları ve unvanları yasaklayan, “Tekke ve Zaviyeler Kanunu’’ çerçevesinde, “cemevi/dergah”ların ibadethane sayılması, “dedelik makamı”nın tanınarak, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde yer verilmesi ve istihdam edilmelerini beklemek zor görünmektedir. Burada üzerinde durulması gereken bir başka konuda ‘Alevi’lerin ibadethanelerini “dergâh” yerine “cemevi” olarak nitelendirmeleridir. “Cemevi” isminin kullanılmasının aynı zamanda “Tekke ve Zaviyeler Kanunu’’ açısından da bir sıkıntı oluşturmamasıdır. “Dergâh” yerine “Cemevi” isminin kullanılmasını bu yönde değerlendirmek gerekmektedir.
Türkiye’nin de taraf olduğu ‘Uluslararası insan hakları sözleşmeleri’ çerçevesinde düşünüldüğünde, 677 sayılı “tekke ve zaviyelerin” kapatılması hakkındaki kanun, “din ve vicdan özgürlüğü” ve “ibadet/ibadethane” yapma açısından; uluslararası evrensel insan hakları hukuku ile çelişmekte ve korunmasını çetrefilli bir duruma getirmektedir.
İnsan haklarına dayalı / saygılı devlet
Son zamanlarda insan hakları alanındaki önemli kazanımlar, AB uyum süreci doğrultusunda çıkarılan ya da kabul edilen insan hakları sözleşmeleri, çoğulcu bir toplum olma sürecinde, eksikliklere rağmen bir basamak olmuştur. “Alevi(lik) açılımı” tam da burada önemli bir yer işgal etmekteydi. İlk defa “Alevi birey” sorunun kendisi olarak algılanmamış, tam tersine sorunun çözümü noktasında baş aktör olarak görülmüştür. Bütün bu olumlu görüşmelere rağmen, “Alevi(lik) Açılımı”nı sonuca vardıracak ve çözecek olan “siyasi irade”, gelinen noktada,’demokratik açık toplum’ olma yolunda girdiği virajı dönememiştir.
Yılarca uygulanan ve sürdürülen egemen politika “Alevi yurttaş”ların yaşadığı sorunların çözümü noktasında etkisiz ve yetersiz kalmıştır. Yaşananlar görmezden gelinmiş, ‘Alevi’ bireyin talepleri yok sayılarak, sorunların daha da büyümesine ve çözümsüz hale gelmesine neden olmuştur.
“Alevi” bireyin talepleri bir insan hakkı talebidir. Her insanın özgürce, baskısız, sansürsüz ibadetini yapma ve öğretme/öğrenme hakkı vardır. Bu hak en temel insan haklarından biri olan, ‘din ve inanç özgürlüğü’ altında ifade edilmekte ve uluslararası insan hakları hukuku ile de güvence ve koruma altına alınmıştır.
Sonuç olarak, “Alevi”lerin, “Sünni”lerin ve farklı inanç gruplarının, inançlarını özgürce yaşamaları önündeki engelleri kaldırmak, insan hakları için politikayı savunmaktan ve “Devlet”i insan haklarına saygılı/dayalı yeniden örgütlemekten geçmektedir. ‘Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmeleri’nin önemi, bireyin haklarının güçlendirilmesi ve genişletilmesi yönünde bağlayıcı ve koruyucu tedbirler almasıdır. Günümüzde çağdaş/modern devlet anlayışı, ‘temel hak ve özgürlük’ ilkelerine önem veren, evrensel insan hakları hukukuna dayanan “devlet modeli”dir.
Taraf, 22.08.2012