AKP’nin Siyasî İradesi Değil, İdare-i Maslahatın ve İlkesizliğin Zaferi

Can Paker, “Türkiye’nin 85 yıl süren asker sorunu vardı. Her ne kadar seçimler olduysa da iktidara gelen siyasiler, sadece ekonomiyle ilgili kararlar aldılar. Siyasete daima asker karar verdi. İşte bu sebeple Tayyip Bey’in en önemli başarısı bu vesayeti ortadan kaldırmasıdır” diyor (Yeni Şafak, 22.08.2013).

Atilla Yayla da Can Paker’le aynı fikirde, o da, “Çok yakın zamanlara kadar, darbecilerin ve darbe teşebbüslerinin yargısal işleme tabi tutulabileceği hayal dahi edilemezdi. Bir mucize gerçekleşti. AK Parti’nin siyasî iradesi ve cesareti, Gülen Hareketi’nin desteği, liberal olan ve olmayan genişçe bir demokrat cephenin var gücüyle yardımı, darbelerin dava konusu yapılmasını ve darbecilerin yargı önüne çıkartılmasını sağladı” diyor (Yeni Şafak, 24.08.2013).

Keşke öyle olsaydı.  Darbecilerin tasfiye edilmesinde, millet iradesini temsil eden siyasi iktidarın iradesinin de bir katkısı olsaydı. Ne var ki, asker vesayetinin kırılmasında siyasi iktidarın önemli bir katkısı olmadı.

Sincan’da Tankları Yürüten Komutan Kara Kuvvetleri Komutanı Oldu

 4 Şubat 1997’de Sincan’da tanklar belki de eğitim amacıyla yürümüştü. Fakat medya bunu askerin hükümete bir uyarısı olarak vermiş, yıllarca da bunu böyle değerlendirmişti. O zaman hiçbir askeri yetkili de medyanın bu tavrına karşı çıkmamıştı. Sincan’da tankların yürümesi 28 Şubat 1997’de başlayan sürecin önemli bir göstergesi olarak kabul edildi. 

28 Şubat sürecinde Sincan’a çıkan tankların bağlı olduğu Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümeni Komutanı olarak görev yapan Tümgeneral Erdal Ceylanoğlu’nun adı da  “Tankları yürüten komutan” olarak geçmişti.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü 28 Şubat soruşturmasına kadar Erdal Ceylanoğlu tankların normal eğitimin bir gereği olarak yürütüldüğünü hiç söylemedi. O güne kadar da Erdal Ceylanoğlu’ndan bunun hesabını soran da olmadı. AKP iktidarı 9 yıl Erdal Ceylanoğlu ile birlikte tam bir uyum içerisinde çalıştı. Erdal Ceylanoğlu 2002’de korgeneral, 2007’de orgeneral, 2010’da Kara Kuvvetleri Komutanı oldu. 29 Temmuz 2011’de Genelkurmay Başkanı ve diğer 2 kuvvet komutanıyla birlikte istifa ederek emekli oldu.

Toplu istifanın sebebi, hükümeti protesto etmekti. Erdal Ceylanoğlu emekli olurken yaptığı veda konuşmasında, askerin siyasete karışmasına karşı yapılan eleştirileri de, ” TSK ve onun ayrılmaz parçası olan Türk Kara Kuvvetleri’ne karşı maksatlı ve insafsız olarak başlatılan karalama kampanyası” olarak değerlendiriyordu.

Erdal Ceylanoğlu emekli olmuştu, ordu evindeki garsonlardan başka emirlerini dinleyecek kimse yoktu artık, darbe yapmak bir yana bir bardak suyu da rica ile istemek zorundaydı. Hakkında yasal işlem yapmak için uygun zaman gelmişti.

Tankların Sincan’da yürütülmesinden 16 yıl, emekli olduktan 2 yıl sonra, 27 şubat 2013’te  Erdal Ceylanoğlu tutuklanarak Sincan’da hapse atıldı. Hükümetin tutuklamada herhangi bir rolü olmadığını biliyoruz, davaya müdahil olup olmadığı hakkında bir bilgimiz yok.

Cumhurbaşkanının Hanımının Elini Sıkmayan Komutan Harp Akademileri Komutanı Oldu

Askerler Abdullah Gül’ün veya AKP’den herhangi bir kimsenin cumhurbaşkanı olmasını istemiyorlardı. Bütün engellemelere rağmen Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi. Askerler kendilerine rağmen seçilen cumhurbaşkanını kabullenmek istemediklerini her vesile ile göstermekten çekinmiyorlardı. Cumhurbaşkanının hanımıyla birlikte olduğu davetlere gitmiyorlardı, Cumhurbaşkanı da askerlerin verdiği davetlere hanımıyla birlikte katılmamaya çalışıyordu.

“Asker Gül’e karşı psikolojik operasyon düzenliyor. Elini bile sıkmıyorlar. Onu görünce yollarını değiştiriyorlar. Gül, karısıyla yan yana gelemiyor. Olacak iş mi bu! Bunlar adamı fena hırpalar… / Göreceğiz. Bakalım bu psikolojik savaşa, her dakika hakarete ne kadar dayanabilecek. Yerine başkası gelebilir.” (Prof. Dr. Hasan Köni, Vatan, 24.09.2007).

Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner başkentin garnizon komutanı olarak cumhurbaşkanını dışarı gidişlerinde uğurlamak, dışardan gelişlerinde de karşılamak zorundaydı. Turgut Özal’ın zamanında cumhurbaşkanı yaveri olarak görev yaptığı için Aslan Güner bu işlerin yabancısı değildi. Ama bu sefer Korgeneral Aslan Güner’in işi zordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başörtülü hanımı Hayrünnisa Gül ile birlikte karşılanması gerekiyordu. Aslan Güner, askerler belirlediği genel tavra uyarak karşılama töreninde cumhurbaşkanının hanımını görmezlikten geldi. Ne var ki, askerlerin cumhurbaşkanına karşı tavrını göstermeye meraklı medya durumu görmezlikten gelmedi.

Yapılması gereken cumhurbaşkanının ve iktidarın duruma tepki göstermesi, paşanın uyarılması, belki de garnizon komutanlığından alınması gerekiyordu. Bunların hiçbiri yapılmadı, ne cumhurbaşkanı ne de siyasi iktidar generalin davranışına hiçbir tepki göstermedi. Aslan Güner 2004’te korgeneral, 2008’de orgeneral, 2009’da Genelkurmay 2. Başkanı, 2011’de Harp Akademileri komutanı oldu.

Orgeneral Aslan Güner Ağustos 2012’de yaş haddinden emekli olduktan sonra,  28 Şubat 1997’de başlayan askeri müdahale olayının soruşturması sebebiyle Şubat 2012’de gözaltına alınarak mahkeme karşısına çıkarıldı. Olayda hükümetin herhangi bir rolü olmadığını biliyoruz, davaya müdahil olup olmadığı hakkında bir bilgimiz yok.

İdare-i Maslahatın Başarısı

Bu örnekleri kolayca çoğaltabiliriz. Balyoz, Ergenekon ve bunlar gibi davaların asker sanıklarının hemen hepsi AKP iktidarı döneminde sivil yönetimin emrinde çalışan devlet memurları idiler. Hükümet hepsiyle de uyum içerisinde çalışmıştı, suçlandıkları hiçbir konuda rahatsızlığını belli etmemişti, haklarında hiçbir idari işlem yapılmamıştı.

Hükümet,  yalnızca eski Genelkurmay başkanlarından Yaşar Büyükanıt’ın 27 Nisan’da verdiği e-muhtırasına karşı çıkmıştı. Karşı çıkmıştı, ama Yaşar Büyükanıt’a karşı da hiçbir şey yapmamıştı, günü geldiğinde de Yaşar Büyükanıt üstün hizmet madalyası alarak emekli olmuştu.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, asker vesayetine karşı çıkanlara, “Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum” dediğinde, Başbakan,  “Biz doğru yerdeyiz, gerisini yanlış yerde duranlar düşünsün” demişti. Başbakan, adeta, Ahmet Altan kendine dikkat et, başına bir şey gelirse sana sahip çıkmayız, biz kendi başımızın derdindeyiz demek istiyordu. Başbakan asker vesayetine karşı kavga verenleri, kendilerini dolduruşa getirmeye çalışmakla da suçluyordu.

Siyasi iktidar olayların dışında kalmaya çalıştı, “siyasi irade ve cesaret” göstermeyi asla düşünmedi, uyguladıkları yöntem, işi zamana bırakma, ne olursa olsun askerlerle karşı karşıya gelmeme ve onlar iyi geçinme idi. AKP iktidarının belki de asker vesayetine doğrudan karşı çıkacak gücü yoktu. Onlar her şeyden önce iktidar olabilme mücadelesi veriyorlardı. İşleri kolay değildi. Takiyye yaptılar, dudaklarını ısırdılar, Anıtkabir ziyaretlerini hiç aksatmadılar, eşsiz çağrıldıkları davetlere gittiler, hanımları ile orduevlerine girmediler. 

 

Neden sonra Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Bugün Türkiye darbelerle, muhtıralarla yargı yoluyla bir hesap soruyorsa bu hesabı soran ortamı, iklimi yaratan ve bu yolları açan güç siyasi iktidardır ve AK Parti’dir. Bu sadece özel yetkili mahkemeler sayesinde değil, bir iklim sayesindedir” diyebilmişti. Bekir Bozdağ böyle demişti ama sözleri, o iklimin nasıl yaratıldığının şahidi olan bizlere pek inandırıcı gelmedi.  

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et