Bazı Türk filmleri “ahlak”ı savunan bir sürü erkeğin, fabrikada ya da mahallede tek başına var olma mücadelesi veren inatçı bir dul kadını “ahlaksız” diye yaftalamaya başlayıp, kadını kendi ahlaksızlıklarına boyun eğdirmeye uğraştıkları bir süreci konu alır. O filmlerde, biz daha neyin ne olduğunu anlayamadan, fabrika girişi, loş bir sokak köşesi ya da erkeksiz bir ev böyle bir ahlak tecavüzüne sahne olur. Herkesin görüp, kimsenin dillendirmediği “ahlak dersi”, “ötekiye” cezasını verir.
“Ahlakın” böyle bir ahlaksızlık narasıyla korunması, hatta daha da öteye gidip tecavüze yeltenmesi sadece filmlerde olan iş değil, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana kullandığı ahlak terminolojisinin tam da kendisi aslında. Ataerkil dünya nasıl kendinden olmayana ahlak adına ceza vermişse, Türkiye tarihi de kendinden olmayana “ahlak adına” ceza vermeyi uygun bulmuştur her zaman.
“Biz”den olmayanı, yaftalamak, kovalamak, “kökünü kurutmak”, geleneklerden kanunlara kadar özümsediğimiz bir toplu yaşam biçimi halini almıştır. Avcılar’da bir mahallenin topyekün eşcinsellere yönelik başlattığı “ahlak” ayaklanması ile HSYK’nın yıllar önce eşcinsel olduğu için bir yargıcı görevinden alması arasındaki paralellik; Türkiye’nin başka hiçbir alanda rastlayamadığı bir bütünü gözler önüne serer. Kadınlara, eşcinsellere, Kürtlere, Alevilere, gayrımüslimlere, – bundan böyle- Ezidilere yönelik devlet-birey dayanışmasındaki ahengi; herhalde toplum yaşamının başka hiçbir alanında görmek mümkün olmamıştır. Ve bu aheng her seferinde mahalle dilinde de hukuk dilinde de hiç şaşmadan “ahlak” ya da “onur, haysiyet, şeref” gibi oldukça sübjektif olgulara dayanmıştır.
Eşcinsellerin bugün “ahlak” adı altında tüm bir ilçeden temizlenmesinin altında yatan nasıl bir “rant” olgusu ise aslında “güçlünün” tarih boyunca ahlak adı altında kovaladığı “ötekinin” altından da aynı “rant” mantığı ortaya çıkmıştır. Bunun için belki Cumhuriyet’in ilk yıllarında gayrımüslimlerin ekonomik sosyal hayattan arındırılması sürecinde “ahlakın” nasıl da kılıfına uygun olarak kullanıldığına bakmakta yarar var.
1920’lı yıllar, her bakımdan Türk etnik kimliğinin baskınlığının ve merkeziyetçiliğinin kanıtlanmasıyla geçmişti. İlk aşamada kurulan Türk Ticaret Birlikleri ve İhracat Birlikleri ile Rum ve Ermeni şirketleri kapatılmış, özel sektörde yer alan şirketlerin kadrolarından gayrımüslimler çıkarılırken devlet memurluğu için de Türk olma şartı getirilmişti. Hatta Türk vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkında kanunla, ayakkabı satıcılığı, çalgıcılık, berberlik vd. pek çok işler, sadece Türklerin yapabileceği işler olarak belirlenmişti. Tüm bu değişikliklerle sadece İstanbul’da 1926 yılına kadar işten çıkarılan Rumların sayısı 5 bini bulmuştu. (Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, İletişim Yayınları, 2001, 5. Baskı, syf 120.)
Bu toplu kıyımdan, bir meslek grubu ise “ahlak” adı altında payını almıştı. O güne kadar doğru düzgün işletilmeyen Avukatlık Yasası’nda yer alan “ahlaklı olma” kriteri birden bire hayata geçirilmişti. 1924 yılında kayıtlı olan 960 avukatın iyi ahlaklı olup olmadığı değerlendirilmiş, değerlendirme sonucunda 460 avukatın çalışma ruhsatları iptal edilmişti. Bu iptallerle Yahudi avukatların yüzde 57’si, Rum avukatların ise üçte biri işsiz kalmıştı. (Dilek Güven, 6-7 Eylül olayları İletişim yayınları, syf 110, 2005)
Bu ahlak adına “kovalamaya” karşılık, bugün İstanbul’da gayrımüslim avukat neredeyse kalmadı. Dilek Güven’in bu tez çalışmasını okuduktan hemen sonra İstanbul Barosu’nun sayfasına girip, tek tek avukatların isimlerine bakmıştım. Alin, Elena, Evra, İshak, Riyad, Rona, Lidya diye giden kısacık bir liste ile karşılaştım ve bu liste 50 avukatı dahi bulmamıştı. Sadece “ahlaksız” diye kovalanan gayrımüslim avukat sayısı 460’ken, bugün 11 bin avukatın yer aldığı İstanbul Barosu’nda gayrimüslim avukat sayısının 50’yi dahi bulmaması Türkiye’nin “ahlak-rant” dengesini oldukça çarpıcı bir şekilde ortaya koymuyor mu?
Türkiye, belli bir gayrımüslim meslek grubunu sadece “ekonominin millileştirilmesi” adına işsiz bırakıp göç etmeye zorlamasının yanında bir de “ahlaksız” diye nitelendirmekten geri kalmamıştı. Ama bu öyle çok kullanılan ve alışılageldik bir sistemdi ki mahalle arasında dul kadına yapılan, hukuk sisteminde topluca gayrımüslim avukatlara, geçmişte eşcinsel olduğu için yargıçlara, güzel giyindiği için kadın hakimlere, cinsel yönelimi farklı olduğu için futbol hakemlerine de yapılmıştı. “Ahlak” algısını bu şekilde tarihi boyunca yalnızca kırılgan gruplar üzerinde bir kılıç gibi sallayan Türk hukuk sistemi, önümüzdeki günlerde çok önemli bir sınav verecek.
Tarihe kalabalık bir meslek grubunu yaftalayarak, işsiz bırakıp bir de üzerine göç etmeye zorlayan bu zulmün ilk halkası olarak kazınan Avukatlık Yasası’nın “ahlaka” ilişkin maddesinin iptal görüşmesi önümüzdeki günlerde yapılacak.
Ankara 11. İdare Mahkemesi, 1968 yılında “Avukatlık mesleğine yaraşmayacak tutum ve davranışları çevresince bilinmiş olmak” şeklinde yeniden düzenlenen bu hükmün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme, hükmün oldukça subjektif ve soyut olmasından yakındı.
Daha önce gayrımüslimlere yönelik soyadı yasasının iptal görüşmesinde sınıfta kalan Anayasa Mahkemesi, şimdi yüzlerce gayrımüslimin işten atılmasından sonra aradan geçen 88 yıl boyunca tek tük işletilen bu maddenin iptali konusunda karar verecek. Yüksek Mahkeme’nin bu maddenin metinde kaldığı süre boyunca neye hizmet ettiği konusunda biraz hafıza yoklaması yapması, çağdaş bir ülkede iptal için yeterli olmalı.
Anayasa değişikliği ile yapısı değiştirilen HSYK, eski Kurul’un “ahlak” kriterini göz önüne alarak işten attığı eşcinsel hakimi mesleğe geri alarak bir adım attı. Anayasa Mahkemesi’nin de olası iptal kararı belki 88 yıllık haksızlığı ortadan kaldırmayacak ama en azından “ötekine” bakış açısında bir öncelik sağlayıp, mahallelerden filmlere kadar süre giden ahlak tecavüzündeki ahengi sona erdirecek bir adım olabilecek.
Küçük bir not, Yüksek Mahkeme, İdare Mahkemesi’nin itirazı ile ilgili ilk incelemesini 1 Kasım’da yaptı. Başvurunun ilk incelemesini tamamlandı ve esasa geçilmesi kararı alındı. Dosya şimdi raportörde. Raportör raporunu tamamladıktan sonra heyet, iptal ile ilgili kararını verecek.
semiracengiz@gmail.com
Taraf, 14 Kasım 2012