Türkiye’de yargı sisteminin birçok problemi var. En başta geleni, masumiyet karinesine yeterince saygı gösterilmemesi. Ne yazık ki, bu ülkede biri hakkında bir dava açılması onun suçlu olduğunun tescili gibi algılanıyor. Masumiyet karinesinin gerektirdiğinin tersine, suçlanan kişiden masumiyetini ispat etmesi bekleniyor. Daha da kötüsü, bu algılama ve kavrayış sadece yargı çevrelerinde değil, halk arasında da egemen. Yargılanan kimseler için söylenen ‘aklandı’, ‘aklan da gel’ ifadeleri dahi durumun böyle olduğunu göstermeye yetiyor. Oysa, hakkında dava da açılsa, kişi masumdur, ta ki suçlu olduğu ispatlanana kadar.

Yargının problemleri arasında keyfî ve kolay tutuklama kararı verilmesi, tutuklu kalmanın bazen cezalandırılmaya dönüşmesi, yargılamanın uzun sürmesi, mahkeme kararlarının gerekçesiz açıklanması, hem iddianamelerin hem de kararların neredeyse anlaşılmaz bir dille yazılması, iddianamelerin zayıf olması, tutuklamalara itirazlara basmakalıp cevaplar verilmesi gibi olgular da yer alıyor. Bunlara soruşturma ve hazırlık safhasıyla ilgili olarak delil sağlamlığına yeterli önemin verilmemesi, delillerden kişilere ulaşmak yerine kişilerden delillere gitmeye çalışılması da eklenebilir. Bütün bu problemler yüzünden Türkiye’de bir insan hakkında dava açılması bile çoğu zaman onun bir anlamda taciz edilmesi anlamına geliyor.

Şüphesiz, bu problemler son on yıl içinde doğmadı. Uzun bir mazileri var. Bir kısım problemin bu hükümet zamanında ortaya çıktığı söylenebilir. Ama öte taraftan yapılan reformlarla diğer bazı problemlerin yine bu hükümet tarafından geriletildiği de açık, hapishanelerdeki tutuklu kişilerin hapishane nüfusuna oranının düşmesi gibi. İlginç olan nokta, yargının yukarda bahsedilen sorunlarının ekserisinin yakın zamanlara kadar fazla dikkat çekmemiş olması. On yıllar içinde belki de milyonlarca kişi bu problemlerden mağduriyet yaşadı. Son beş yıl içinde görülen Balyoz, Ergenekon gibi davalar sayesinde problemler daha çok dikkat çeker oldu. Bence bunu iyi bir gelişme olarak görmek lâzım.

Ancak, yargının üzerinde daha az durulan bir problemi daha var: Ayrımcılık. Yargı bazılarına karşı, başka bazılarına karşı olduğundan daha haşin ve hatalı şekilde işliyor. Lâfı dolandırmaya gerek yok, özellikle Kürt ve/veya dindar iseniz, yargıda işiniz daha zor. Mevcut hükümet zamanında da durum fazla değişmedi. Ayrıca, egemen medya seküler kimlikli ve Türk sanıklara gösterdiği ilgiyi dindar kimliklilerden ve Kürtlerden esirgiyor. Bunun birçok örneği var. En vahimlerinden biri Yakup Köse vakası. Hilal Kaplan’ın satırlarından takip edelim:

‘Yakup daha 14 yaşındaydı. Ailesiyle yemek sofrasında oldukları bir akşam evlerine baskın yapıldı. Ellerini arkadan kelepçeleyip, başına siyah bir çuval geçirerek karakola götürdüler. ‘Gidince görürsün aslanım nereye gittiğini!’ açıklamasını yapmayı da ihmal etmediler… Çırılçıplak soyup öldüresiye dövdüler. İşkence dayanılmaz hale gelince de ‘Babanın da haberi var, ‘imzalasın, eve gelsin’ dedi’ yalanı eşliğinde ‘suç kağıdı’nı imzalattılar. Karakolda geçirdiği o gece, cebinde bir hafta sonra gitmek için para biriktirerek aldığı Sezen Aksu konserinin bileti vardı. Bir de geleceğe dair hayalleri ve ümitleri…

Yakup daha 14 yaşındaydı. Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı. İsnat edilen suç İBDA-C terör örgütü mensubu olmak ve anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek. Delil, Çeçenistan’la dayanışmak için katıldığı bir gösteri ve evinde bulunan bir dergi nüshası… Karar duruşmasından önce, küçücük oğlunun idamla yargılandığına inanamayan annesi Yakup’a Mickey fare baskılı bir tişört verdi. ‘Giy’ dedi; belki seni böyle görünce çocuk olduğunu hatırlarlar…

Hatırlamadılar. Hakim, hayatını kararttığı Yakup’un yüzüne bile bakmamış, ‘kalemini kırmıştı’… İdam cezası önce müebbete, sonra da 19 yıl hapis cezasına çevrildi. Dokuz sene hapis yattıktan sonra, AB’ye uyum yasaları çerçevesinde ‘erken’ çıktı. Çocukken girdiği cezaevinden, 2005 yılında, 23 yaşlarında bir delikanlı olarak çıktı.

Peki, kâbus bitti mi? Hayır… Bu sefer de ‘Hayata Dönüş Operasyonu’nun Bandırma Cezaevi’ndeki versiyonu olan ‘Noel Baba Operasyonu’ sırasında ‘cezaevinde silahlı isyan’ çıkartmaktan, 18 yıl hapisle yargıladılar. Üstelik cezaevi duvarında ‘bulunduğu’ iddia edilen yanıcı ve kesici maddeler yüzünden suçlandıkları dönemde, Yakup ve suçlanan diğer arkadaşı, ağır yaralı olarak Eskişehir Cezaevi’nde bulunmasına rağmen… Yargıtay’da cezası onanırsa, hayatının en güzel yıllarını alan ceberrut devlet ve onun yargısı, bu sefer de karısı ve iki kızından ayırarak onu zindana sokacak’.

Hilal Kaplan ’28 Şubat’ın failleri yargılanırken, 28 Şubat’ın mağdurları birer birer cezalandırılmaya devam ediliyor’ demiş. Yerden göğe kadar haklı. İşin acısı, benzer dramlar başkaları tarafından da yaşandı, yaşanıyor. Şimdi söz sırası Yargıtay’da. Umarım Yargıtay Yakup Köse’nin dramına son vererek adâlette ayrımcılığı geriletme yolunda bir adım atar.

Bu ayzı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.