Bu yazının başlığı şöyle de olabilirdi: “Trump, Gorbaçov mu Olacak Yeltsin mi?” Ancak mevcut şartlar henüz böyle bir soru için erken… Trump’ın bütün kışkırtıcı söylem ve eylemlerine rağmen…
Görülüyor ki, Trump’ın sürpriz bir şekilde seçilmesi sadece Amerikalıları değil ABD dışında yaşayanları da rahatsız etti…
Amerikan halkı seçim sonuçlarını hazmedemedi… Hiçbir seçim sonrasında görülmeyen manzaralara şahit oluyoruz… Milyonlarca insan her gün protesto gösterisi yapıyor… Yürüyor, haykırıyor…
İlk defa seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra ayrılmaktan bahseden eyaletlere şahit olduk… “Biz yolumuzdan dönmeyiz; Trump’ı dinlemeyiz” diyen eyaletlere de şahit olduk…16 Eyaletin savcısı Trump’ın göçmen kararını kınayan bir bildiriyi imzaladı… 5 savcı göçmen yasağını askıya aldı…
Bu ABD tarihinde alışık olunmayan görüntüler akla bir soruyu getiriyor: ABD dağılıyor mu?
Benim cevabım net: Henüz dağılmıyor… Çünkü ABD’yi bir arada tutan aktörler henüz tamamen meflûç olmamış… Henüz refah seviyesi, tehlikeli sınırın üstünde… Henüz canlı bir sivil toplum mevcut…
***
Ancak başta ABD olmak üzere topyekûn Batı, içine düştüğü finansal krizden henüz çıkabilmiş değil. Tam tersine, 2008’de başlayan finansal kriz, siyasal ve sosyal boyutlar kazanarak gittikçe derinleşiyor…
İngiltere neden alelacele AB’den çıktı? Neden yeniden ABD’yle ilişkilerini sıklaştırdı? Anglosakson Batı ile Kıta Avrupası yeniden ayrışıyor; hatta yeniden cepheleşiyor… Trump NATO’nun bittiğinden söz ediyor…
Batı ülkeleri artık birlik fikrini yavaş yavaş terk ediyor. Finansal kriz her birini kendi derdine düşürdü. Her bir Avrupa ülkesi kendi gemisini kurtarmanın telaşı içinde… Bir çeşit yeniden self-determinasyon…
Trump’ın içe kapanma politikası da aslında bir nevi kendi gemisini kurtarma politikasıdır. Trump, lisan-ı hâl ile şöyle diyor: “Dünyaya nizamât vermeyi bırakıp kendi gemimizi kurtarmalıyız.”
Trump ABD’yi yeniden “Büyük Amerika” yapacağını söylüyor. Demek ki ABD eski Büyük Amerika değilmiş. Demek ki ABD zor durumdaymış…
***
Peki, ABD’nin içine kapanması ABD’yi kurtarır mı? Bence tam tersi olur. Çünkü ABD “Büyük Amerika” olduysa bu, hem sosyal hem iktisadî olarak dışa açık bir ülke olmasının bir sonucudur. Trump ABD’yi hem sosyal hem iktisadî açıdan içine kapamak istiyor.
ABD’nin hayat damarları dışarıdan beslenir. Dünyanın maddi-manevi tüm zenginlikleri, ABD’ye akıyor… En parlak beyinler ABD’ye göç ediyor… ABD kelimenin tam anlamıyla bir “göçmenler ülkesi”dir.
ABD’nin etrafını duvarla çevirmek isteyen Trump tüm bu zenginliklerden ABD’yi mahrum bırakacak. Eğer Trump ABD’yi bir duvarın içine hapsederse, ABD’nin akıbeti, kendini bir demir perde içine hapseden Sovyetler’in akıbeti ile aynı olur.
***
Şimdi Gorbaçov’dan bahsedebiliriz: Gorbaçov bir sebep değil sonuçtu? Sovyetler’in ekonomisi zaten ve esasen bozuktu. Bozulma ve çürüme, siyasal/sosyal alana da sirayet edince dağılma kaçınılmaz bir hale gelmişti.
Sovyetler’i Gorbaçov yıkmadı. Zaten kendiliğinden yıkılmıştı. Gorbaçov sadece “kral çıplak” dedi ve evli evine, köylü köyüne gitti. Federal yapıyı oluşturan her bir ülke kendi bağımsız devletini kurdu…
ABD’ye haksızlık etmemek lazım: ABD henüz hayat damarlarının tamamını koparmış değil. Henüz ana damarları açık.
Ancak ABD, kendisini güçlü kılan hayat damarlarından önemli bir kısmını 11 Eylül sonrasında kopardı. “Özgürlük Ülkesi ABD”, yersiz güvenlik endişesiyle, özgürlüklerin büyük bir oranda budandığı bir ülkeye dönüştürüldü.
Şimdi de Trump “Göçmenler Ülkesi ABD”yi, göçmenlere kapatıyor. 11 Eylül ABD’ye ne kadar zarar verdiyse Trump’ın içe kapanmacı kararları da o kadar zarar verecektir.
***
Siyasî analizi bir yana bırakıp şekil şemail açısından baktığımda şunu görüyorum: Trump, Gorbaçov’dan çok, ayyaş görünümlü Yeltsin’e benziyor.
Yeltsin içkiye düşkündü; Trump da kadına düşkün… Yeltsin’in zaafları, hem siyaseten hem de fiziken sonunu erken getirdi. Gorbaçov hâlâ yaşıyor ama Yeltsin erken yaşta siyasete ve hayata veda etti…
Amerikan toplumu ve siyaseti Rus toplumu ve siyasetinden çok farklıdır. Rusya’da Yeltsin’i durduracak denge ve kontrol mekanizmaları yoktu. O yüzden Yeltsin hızlı yaşadı, genç öldü…
Trump, Yeltsin’den şanslı. Çünkü ABD’de onu durduracak çok sayıda yerel ve ulusal aktör, denge-fren mekanizması mevcut. İktisadî, siyasî ve sosyal alanda çok sayıda özel/özerk aktör mevcut…
***
Bu bağlamda düşünülürse zaten ABD, bilinen anlamda bir demokrasi değil. ABD, Dahl’in tabiriyle, bir poliarşi. Yani çok sayıda elit grubun etki ettiği, dengede tuttuğu bir sistem…
Siyasetin sıfır toplamlı olmadığı bir sistem… Kimse ABD’yi tamamen ele geçiremiyor… Tek başına yönetemiyor… Birbirini dengeleyen çok sayıda siyasi odak, kendi gücü oranında yönetiyor…
Yani ABD’yi tek başına başkan yönetmiyor. Başkan ABD’yi yöneten/dengede tutan pek çok aktörden sadece birisidir. ABD’de hem federal anlamda kuvvetler ayrılığı var hem de fonksiyonel anlamda. Hem yatay hem dikey kuvvetler ayrılığı…
Dolayısıyla Trump’ın tek başına, re’sen yapabileceği değişiklikler son derece sınırlı. Trump’ın yetkileri, (şu anki resmi mevzuata göre)Türkiye Başbakanının yetkilerinden daha azdır.
ABD, sadece başkanın değişmesiyle değişmez. ABD’nin değişmesi için çok sayıda faktörün değişmesi gerekiyor. ABD son derece geniş ve derin bir ülke. Bir tek başkanın değişmesiyle değişmeyecek kadar derin ve geniş…
***
Türkiye’de hep bir derin devletten bahsedilir. ABD bağlamında ben şunu diyorum: ABD’de bir derin devlet yok; derin devletler var…
Bir süre sonra bu derin devletler, görünen ve görünmeyen yüzleriyle, harekete geçecekler. Trump’ın önüne kırmızı defterler koyacaklar. Bir süre sonra da denge ve denetim mekanizmaları (checks and balances) harekete geçecek… Ve Trump da kendine çeki düzen verecek.
Nitekim şimdiden federal savcılar belli bir oranda harekete geçtiler. Yakında diğer aktörler de harekete geçecek…
***
Amerikan demokrasisi, seçimlerden öte bir anlam ve derinliğe sahip. Amerikan demokrasisi sadece seçimler üzerine bina edilmiş değil.
Amerikan demokrasisi büyük bir oranda sivil toplum üzerine inşa edilmiş bir demokrasidir. Sivil toplum kuruluşlarının müessir olduğu bir demokrasidir.
Tocqueville de meşhur “Amerika’da Demokrasi” kitabında buna işaret eder. Demokrasinin zaaflarını önleyen üç faktörden bahseder: Yerinden yönetim, sivil toplum kuruluşları ve demokratik kültür.
ABD’de bu üç faktör de çok güçlü olduğu için demokrasinin zaafları bertaraf edilebilmektedir. Nitekim Amerikan sivil toplumu, seçimlerin hemen akabinde harekete geçti. Seçimleri kazanmış olmakla her istediğini yapamayacağını Trump’a hatırlattı…
Bu masum ihtarlar fayda etmezse yakında öteki mekanizmalar da harekete geçecektir.
***
Sonuç olarak şunu diyorum: Obama başkan seçildiğinde Siyahîlerde ve Müslümanlarda büyük bir beklenti oluşmuştu…
Esasen Obama da bu beklentilere karşı boş değildi. Bu iki kesimin lehine bir şeyler yapmak istedi ama Amerika’nın derin odakları ona müsaade etmediler. Ve ümide kapılan kesimler için Obama bir “hayal kırıklığı” olarak tarihe geçti…
Şimdi Trump başkan seçildi diye yine bazı kesimlerde büyük endişeler hâsıl oldu. Fakat bence bu endişeler de büyük bir oranda boş endişeler olarak tarihe geçecek…
Trump kısa vadede bazı kesimlere endişeye sevk edecek başkanlık talimatları (executive order) çıkarsa da uzun vadede ABD’nin temel politikalarını fazla zorlayamaz. ABD’nin temellerini sarsamaz…
Zaten görüldüğü kadarıyla Trump geleneksel politikaların dışına çıkmıyor; temelleri sarsmıyor. Sadece geleneksel olan iki politikadan birini seçiyor.
ABD siyasetinde iki ana ekol vardır: İçe kapanmacı izolasyonist politika ve dışı açık müdahaleci politika. Trump birinci ekolü tercih etti. Belki onu farklı kılan üslubu: Diğerlerine göre daha kaba ve daha agresif…
***
Trump’ın başkan seçilmesiyle Türkiye açısından da çok büyük değişiklikler olmayacaktır. Gülen’in iadesi ve Suriye meselesinde ABD’nin temel politikaları değişmeyecektir
Gülen’in iadesini önleyen Obama değildi. Amerikan derin devletiydi… Başkanın değişmesiyle, kurumsal olarak Amerikan Devletinin tavrı değişmeyecektir…
ABD’nin Suriye politikası da Başkanları aşan güçler tarafından belirlenmektedir. Tek başına başkan, topyekûn Suriye politikasını değiştiremez…
***
Başlıktaki soruya dönecek olursak: AB D Sovyetler gibi dağılır mı? Bence ABD dağılmaz; dönüşür. Çünkü ABD tarihinde; Rus tarihinde olduğu gibi bir devrim yoktur. O yüzden dağılmaz; dönüşür.
Ancak bu dönüşme siyasi değişimle değil sosyolojik değişimle olur.
ABD’yi dönüştürecek en dinamik sosyolojik güç Müslümanlardır. Meksikalılar değil. Duvar, Meksika ile ABD arasına değil; Müslümanlar ile ABD arasına örülüyor.
Müslümanlar hakkında konulan giriş yasağı, doğrudan Trump’ın eseri değil. Trump’ı aşan derin bir odağın talebi. Neo-Con’lar neden olmasın?
Neo-Con’ların şunu bilmesi gerekiyor: Devir, artık duvar devri değil. Post-modern ve küresel bir dünyada duvarlar ve demir perdeler hiçbir işe yaramıyor… Dönüşüm kaçınılmaz…
Sadece ABD değil; İngiltere de dönüşecek. Ve bu dönüşüm küresel dünyanın hayrına olacak… Endişeye mahal yok… Kısa vadede endişeye sevk eden gelişmeler uzun vadede hayra dönüşecek…
***
11 Eylül sırasında iktidarda Cumhuriyetçiler vardı. Bush vardı. İktidarı neo-con’lar yönlendiriyordu. Bunlar 11 Eylül’ü bahane edip, özgürlükleri kıstılar. Fakat bu kısıtlama politikaları tam başarıya ulaşamadı. Her şeye rağmen ABD dünyanın en özgür ülkelerinden biri olmaya devam etti…
Şimdi de iktidarda Cumhuriyetçiler var ve yine perde gerisinde neo-con’lar var. Yine ABD’nin temel bir niteliğini örselemek istiyorlar.
11 Eylül sonrasında başarılı olamadıkları gibi Trump döneminde de başarılı olamayacaklar… ABD kendi doğal akışında akmaya devam edecek ve yavaş da olsa dönüşecek…