Yazıp konuşarak meram anlatmada başarı yalnızca bunu yapan kişinin ifade kabiliyetine değil, okuyan ve dinleyenlerin anlama ve kavrama kabiliyetine de bağlı. Bu gerçeği sık sık karşımda buluyorum. Söylemediğim bir şey söylenmiş veya söylediğim bir şey söylenmemiş gibi yorumlarla karşılaşıyorum. Son örnek R. Zarrab’ın tutuklanması hakkında yazdıklarım.
Zarrab’ın ABD’de tutuklanması öncesi ve sonrasıyla çok yönlü bir olay. Nitekim bu konuda değerlendirme yapanlar seçtikleri perspektife göre bilgi aktarıyor ve yorum yapıyor. Bunu yapmak hakları. Ancak bazıları başkalarının öbür perspektifleri öne çıkartmasını bir türlü hazmedemiyor. Örnek vereyim. Hürriyet Gazetesi Washington D. C. temsilcisi Tolga Tanış aracılığıyla olayı sadece ABD’nin İran’a ambargosunun delinmesi ‘suçu’ olarak sunuyor. Uzun para transfer listeleri yayınlıyor. Böylece teferruatı işin özünü boğacak şekilde kullanıyor. Hükümete yakın kimi gazeteler ise sadece tutuklamayı yapan savcının Paralel’in ABD ayağına olan yakınlığı üzerinde duruyor. Her ikisi de bir tercih ve söylenenler özünde yanlış değil. Ben ise olayın farklı ve uzun vadede daha önemli olduğunu düşündüğüm bir boyutuyla alâkalıyım: Serbest ticaret hakkı ve devletlerin bu hak karşısında takındığı pozisyon.
Zarrab’ı tanımam. Ona yönelik müspet veya menfi kuvvetli bir duygum da yok. Çok varlıklı bir aileden geldiğini, yani İran ile ticarete aracılık etmesinden önce de zengin olduğunu biliyorum. Daha fazla bilgiye sahip bazı gazetecilerden duyduğum bir diğer şey, işlerini yürütmek için Türkiye’de rüşvet verdiği kişiler olduğu. Ancak, bir gözlemci olayı başka türlü anlatıyor ve bazı eski bakanların –özellikle birinin- Zarrab’ı adeta haraca bağladığını söylüyor.
Rüşvet konusu elbette ele alınabilir. Ancak, benim yararlandığım literatür her rüşveti kötü ve yanlış görmüyor. Meşru bir işi yapmanız engelleniyorsa, rüşvet vermeye zorlanıyorsanız, yapacak başka bir şeyiniz olmayabilir. Bu durumda rüşvet açıkça haraç verme anlamına gelir. Bazı rüşvetler ise gayri meşru kazançların yolunu açar. Bir diğer mesele rüşvet vermenin mi yoksa almanın mı asıl problem olduğu. Meselâ B. Tibuk yıllar önce vermenin değil almanın suç sayılması hâlinde rüşvetin çok azalacağını ileri sürmüştü.
İnsan ticaret yapan bir canlı. Ticaretin insanın bekası ve refahı yanına özgürlüğüne katkısı da açık bir gerçek. Bazı liberal yazarların hayal ettiği gibi serbest ticaret tek başına savaşı önlemenin, barışı tesis etmenin ve korumanın aracı olamaz, ama ticaretin barışa da kültürlerin karşılıklı etkileşimine de katkıları olduğu sabit.
Ticaret bir şahsın, dinin, ülkenin değil insanlığın ürünü. Dolayısıyla, anormal olan ticaretin olması değil önlenmesi. Ticareti engellemeye kalkarsanız insanlar ticaret yapmanın yeni yollarını arar ve bulur. Ayrıca, ticarete engel olmanın çoğu zaman hedefe ulaşmaya yetmediğini de görüyoruz. Ülkelere konan ticarî ambargo iktidar sahiplerine değil sıradan halka zarar veriyor. Meselâ ABD yıllarca Irak’a ambargo uyguladı ve Saddam keyif çatmaya devam ederken Irak’ta çocuk ölümleri tavan yaptı. Rusya’ya uygulanan ambargo Rusya’yı diz getiremediği gibi halkın Putin arkasında kenetlemesine de yol açıyor. Japonların Pearl Harbour baskınının sebebi ABD’nin Japonya’ya uyguladığı ambargoydu. Bu yüzden, ticareti engellemenin uluslararası ilişkilerde araç hâline getirilmesi yanlış. Liberal filozoflar buna daha önce birçok kere işaret etti. Meselâ Bastiat “sınırlardan mallar geçmezse ordular geçer” demişti.
Bu çerçevede ABD’nin İran ile ticareti suç ilân etmesinin insanî hayatın akışına ve doğasına aykırı olduğu kanaatindeyim. ABD’nin bunu yapmaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Üstelik ABD’nin bu bakımdan çifte standartlı olduğunu, başka ülkelere yasakladığı şeyleri büyük ABD şirketlerinin yaptığını biliyoruz.
Benim derdim Zarrab’a ne olduğu değil, ‘ben güçlüyüm, istersem ticarete keyfî sınır getiririm’ tavrı.
Yeni Yüzyıl, 29.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/zarrab-mi-serbest-ticaret-mi-1825