Türkiye, çoğunluğun yönetme hakkının tatbik edilen bir prensibe dönüşmesinin travmalarını yaşamaya devam ediyor. Bu travmanın çoğunluk partisinden eski vesayet sistemine, her türlü muhalife kadar türlü tezahürlerini görüyoruz.
“Devleti ele geçirmek” Türkiye siyasetinin Kızıl Elması olarak görülebilir. Demokratik olmayan bir siyasi rejimde devleti, yani devleti oluşturan temel kurumları ele geçirmek siyasetin ana gündemi haline gelmişti. Siyasi parti ve hareketler için temel tehlike de devlet tarafından ele geçirilmek veya kontrol edilmekti. Türkiye’de siyaset böyle bir dönemi tecrübe etti.
Hani Devlet Ele Geçirmişti?
Geleceğin belirsiz olduğu veya eskinin yerine yeninin her şeyiyle gelmediği zamanlarda, siyaset için tarih veya hafıza önem kazanır. Mevcut durum ve gelecek, bu tarih ve hafızayla yorumlanır. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde AK Parti’nin tek başına iktidar olmasıyla son 14 yılın, önceki dönemin tarih bilgisi ve hafızasıyla yorumlandığına şahit olduk.
Son 14 yılda AK Parti, bir yandan devleti ele geçirmekle diğer yandan da devlet tarafından ele geçirilmek ve siyasi kimliğini kaybetmekle eleştirildi. Bu eleştiriler, hala devam ediyor. 1 Kasım seçimlerinden sonra, AK Parti’nin devlet tarafından ele geçirildiği ve bilhassa müzakere sürecinin bu yüzden sona erdiği, böyle giderse de AK Parti’nin tamamen devreden çıkacağı bir sürecin başlayacağı yönünde yayınlar yapılıyor.
İşin tuhafı bu iddiaları dile getirenlerin bir kısmının 1 Kasım veya 7 Haziran seçimlerinden önce, AK Parti “iktidarda ama muktedir değil şeklimde kendini savunamaz, artık tam anlamıyla muktedir bir parti” diyenler olması.
Her iki bakış açısı da geçen 14 yılda siyasi sistemin ve devletin hiç değişmediği varsayımına dayanıyor. Hâlbuki geçen 14 yılda her şey gibi siyasi sistem ve devlet de değişti. Bu değişiklikler karşısında AK Parti’nin eski pozisyonunu koruması veya değişmeden kalması da mümkün değildi. Ancak AK Parti’nin değişmesi ne devleti ele geçirmek ne de devlete teslim olmak anlamına geliyor.
14 yıl içinde Türkiye’deki vesayet sistemi çöktü. Bunun sonucunda ortaya devasa bir siyasi alan çıktı. Siyaset şimdi bu siyasi alanı demokratik bir şekilde doldurmakta zorlanıyor. KCK/PKK açılan bu siyasi alanın dönüştürücü gücüne karşı şiddet kullanarak direniyor ve hatta yapabilirse bu siyasi alanı şiddetle ortadan kaldırmak istiyor. KCK’nın şiddet kampanyası, ister istemez bir güvenlik ihtiyacı ve alanı yaratıyor…
Güvenlik Ve Siyaset
Güvenlik hizmeti, her siyasi sistemin kaçınamayacağı temel hizmetlerden biri… Şimdi demokratik yollarla iktidara gelen AK Parti hükümeti ve halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı bir kamu hizmeti olarak güvenliği tesis etmeye çalışıyorlar. Bu da güvenlik politikaları ve tedbirleriyle olabilir. Güvenlik hizmetinin üretilmesinde güvenlik- özgürlük dengesine ve güvenlik bürokrasisinin demokratik sivil denetimine dikkat etmek hayati derece önemlidir. Fakat bu risk var diye, güvenlik tedbirleri yerine bir kamu hizmeti olarak güvenlik ihtiyacını PKK’nın taleplerine endekslemek demokratik bir siyasetin kabul edemeyeceği başka problemler doğurur.
PKK’nın şiddet kampanyasına ses çıkarmayıp, bürokrasi güvenlik problemi yaratarak sivil iktidarı teslim alıyor iddiasında bulunmak bugün için ikna edici değil. Tam aksine KCK/PKK şiddet kullanarak ortaya çıkan demokratik siyasi alanı kendi egemenliğinde bir PKKistan için ortadan kaldırmak istiyor. Aydın ve akademisyenlerin KCK’nın şiddet kampanyası ve egemenlik taleplerini örtmek yerine, Türkiye’de açılan siyasi alanı dolduracak gayretlerine ve KCK’yı hattını şiddetten arındıracak perspektiflerine ihtiyaç var.
Yeni Yüzyıl, 26.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/devlet-ak-partiyi-ele-mi-gecirmis-1079