Müzakere masası her çöktüğünde film tekrar başa alınır. Silahların konuşmaya başlamasıyla demokratik çözümden bahsetmek zorlaşır. Siyasetin yol açıcılığına dikkat çekenlere kötü gözle bakılır, cebri metotları savunanların yıldızı parlar. Makul sesler kısılır, her taraftan “sonuna kadar gidelim” diyenler prim yapar.
Daha önce duymadığımız herhangi bir laf çalınmaz kulaklara. Tarafların dilinden aynı nakaratlar dökülür. PKK her beyanatının içine bol miktarda “halk”, direniş”, “özgürlük”, “savaş”, “demokratik” vb. kavramlar katar. Keskin bir dille devrimin yakın olduğunu söyler. Zaferin eli kulağındadır. Geçici sıkıntılara takılmamalı ve bireysel kayıpların üzerinde çok durulmamalıdır. Güzel günlerin eşiğine kadar gelinmiştir. Büyük resme bakılmalı, tüm yapılıp edilenleri meşrulaştıran hedefe odaklanılmalıdır.
Devlete gelince, o da evvela “Kürt meselesi yoktur” plağını koymakla başlar mesaisine. Aynı kişi olsa da artık “Kürt sorunu benim sorunumdur”diyen Cumhurbaşkanı gider, onu yerini “Kürt sorunu yoktur, kimse bize yutturmaya kalkmasın”diyen Cumhurbaşkanı alır. Mevzu bahis olan bir terör sorunudur, bu kez terörün beli kesin olarak kırılacaktır, PKK’nin işi bitirilecektir. “En son terörist” etkisiz hale (!) getirilinceye ve silahlar tamamen bırakılıncaya kadar mücadeleye devam edecek ve dert kökünden halledilecektir.
Ezber Bozmak
Türkiye’nin son otuz yılı bu bilindik laflarla, üstlenilmiş rollerle ve hoyrat tavırlarla geçti. Hiçbir neticeye de varılmadı. Ezberden şaşmama hali, her seferinde sorunu yeniden üretti ve ipin daha da fazla dolaşmasına hizmet etti. Oysa çözüm, ezberi bozmaktan geçiyor.
Peki, kim bozacak ezberi? Ya da ilk kim bozmalı? Herhalde çözümü üretmekle mükellef olan kimse, o. Yani, devlet. Çünkü devlet halka karşı bir sorumluluk taşır ve bunun gereği de çözüm için alternatifler yaratmaktır. Halk, gidip PKK’nin kapısını çalamaz, çalsa ve karşılık bulmasa ona bir müeyyide de uygulayamaz. Ama kendi eliyle işbaşına getirdiği devlet yetkililerinden hesap sorabilir ve bittabi çözümü ondan bekler.
Devlet çözüm bulmak zorunda ve bu çözüm de sonuna kadar savaşmak veya çatışmak olmaz, olamaz. Çünkü gerçekte bundan bir çözüm çıkmaz. Devlet, en son model teknolojik silahları kullanabilir, askeri imkânlarını azamileştirebilir, sokağa çıkma yasağı ve ötesinde sıkıyönetim de ilan edebilir. Bunlarla askeri üstünlük sağlayıp PKK’yi köşeye de sıkıştırabilir ama çözüme ulaşamaz. Çözüm için devletin ortaya siyasi bir proje koyması gerekir.
Kürtlerin Haklarını PKK’ye Bağlamak
Bugüne kadar devlet Kürtlerin haklarını hep PKK meselesiyle irtibatlı ele aldı. Devlet PKK silahlı mücadeleye devam ettiği müddetçe adım atmaktan imtina etti. Kürtlerin meşru hak taleplerini PKK ile müzakerelerde bir pazarlık unsuruna indirgedi. Bir nevi Kürtlerin haklarını PKK’ya bağladı. Her tanıma, PKK’nin bunu dillendirmesinden sonra ve daima geç kalarak gerçekleşti. Böylece onlar da devletin hesabına değil PKK’nin kâr hanesine yazıldı.
Bugün devlet, kendini bu yanlıştan arındırmalı. Velev ki PKK hiç silah bırakmadı? Ne yapacak devlet? Mesela, kamu okullarında anadilde eğitim hakkını tanıyacak mı, tanımayacak mı? Âdem-i merkeziyetçi bir idari sistemi kabul edecek mi, etmeyecek mi? Kültürel haklar alanındaki eksiklikleri giderecek mi, gidermeyecek mi? Kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışı geliştirecek mi, geliştirmeyecek mi?
Çatışma ortamının varlığı bu sorulara cevap verilmemesini gerektirmez, bu taleplerin ertelenmesini haklı kılmaz. Eğer yine“Önce güvenliği sağlayalım, PKK’yi halledelim, sonra bakarız ” denilirse, kırk yıllık yanlışlık tekrarlanmış olur. Devlet siyasi programını kamuoyuna sunmalı ve Kürtlere ne önerdiğini netleştirmeli. Daha fazla gecikmeden!
Yeni Yüzyıl, 09.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/cozum-bulmak-devletin-gorevi-839