Sendikaların insan hakları ve özgürlükler alanında mevcut hükümetin gerisine düştükleri bir ülkede yaşamaktayız. Oysa tersi olması beklenirdi. Türkiye’de bağımsız, insan hakları konusunda ısrarcı, toplumsal meselelere özgürlükçü bir perspektiften bakabilen, bu alanda projeler üreten ve sahici çözüm önerileri sunabilen bir sendikal anlayış üretilemedi. Ne yapalım, elimizdeki malzeme bu kadar!
Oysa sendikalardan beklenen; insan haklarının hiçbir gerekçeyle ihlal edilemeyeceğini ve insanların sahip olduğu onurun, inancın, kimliğin, değerlerin ve hayat tarzlarının hiçbir irade, ideoloji ya da otorite tarafından yok sayılamayacağını ve baskı altına alınamayacağına dönük geniş bir vizyon sahibi olmalarıydı. Ne var ki onlar daha çok “devrimin şanlı yolunda” ilerlemeyi şiar edindiler. Evet, başından beri her yıl olduğu gibi yine Taksim’de ısrar eden Türk solunun, laikçi, ilerlemeci, ulusalcı, Gezici, kesimin sendikal anlayışından bahsediyorum. En ciddi faaliyetleri, yılda bir gün için yürüyüş tertiplemeleri. 1 Mayıs olmasa varlıklarından haberdar olamayacağız. E tabi, bir de statüko denilince akla onlar gelir!
Türkiye’de çok şükür son bir yıldır tek bir kurşunun bile atılmadığı güzel bir barış ortamı yakaladık, öyle değil mi? Ancak anaların gözyaşlarının dindiği bu zorlu barış sürecinde onların sesini gür bir şekilde duyamadık. Bırakın onu, bir sendika Cumhuriyet’in temel ilkelerine, devletin üniter yapısına ters olduğu, toplumumuzda kargaşa ve karışıklığa neden olacağı” gerekçesiyle TRT Şeş’in yayınının durdurulmasına dönük dava bile açmıştı. En temel insan haklarından biri olan başörtüsü yasağına destek verenleri, generallerin marifetiyle çıkarılan ve binlerce meslek lisesi öğrencisini mağdur eden katsayı uygulamasını savunanları, 80 yıldır küçücük çocuklara askeri komutlarla ezberlettirilen andımız adlı militarist bir uygulamanın kaldırılmasına tepki verenleri, darbe övgüsü yapanları, destekleyenleri, isyan naralarını vs saymıyorum bile.
Bakınız son bir yıldır Türkiye, paralel yapının sivil iktidara dönük müdahalesiyle yine zorlu bir süreçten geçti. Ülkenin en gizli bilgileri yabancılara servis edildi. Hemen hepimiz büyük bir tehlike atlattık. Daha ilk gün yazdığım bir yazımda da ifade ettiğim gibi yaşananlar düpedüz bir darbe teşebbüsü idi. Tüm bunlar yaşanırken bırakınız tepki koymayı, paralel yapının değirmenine su taşıyan sendikalar, 1Mayıs günü Taksim’de bayram kutlaması yapacakmış! Maksatlarının üzüm yemek olmadığı aşikâr. Belki buradan ikinci bir Gezi kalkışması çıkarabilirler mi onun derdindeler.
Ne var ki Türkiye’de ”gösteri yürüyüşü yapma’ ve ‘protesto etme hakkı” denilince akan sular duruyor. Bunlar sihirli cümlelerimiz. Elbette hafife almıyorum. Ancak gösteri yürüyüşü adı altında yapılanları da görüyoruz. Halkın yararlandığı birtakım kamu mallarına zarar vermek, bu ülkenin seçilmiş başbakanına ve ailesine küfür etmek, yakıp-yıkmak, yağmalamak gibi.Ayrıca neden Taksim’de bu kadar ısrar ediyorlar? Taksim’i kutsal kılan nedir?Dr. Bengül Güngörmez hocanın“Din-politika ilişkisi çerçevesinde, modern devrimci hareketlerin dinsel boyutundan hareketle Gezi olaylarını değerlendirdiği bir yazısında da ifade ettiği gibi; Taksim, politik kurtarıcılarımızın, yani Türk solunun ve laikçi ulusalcı kesimin Türkiye’deki Kudüs’üdür.” Dolayısıyla her yıl 1 Mayıs’ta sembolleriyle, ritüelleriyle, devrimci sloganlarıyla boy gösteren sendikaların Taksim ısrarının dinsel boyutu da atlanmaması gereken bir ayrıntıdır.Yazıyı meraklılarına tavsiye ederim..
Memur-sen’i tebrik ederim;
Diğer taraftan 1 Mayıs Bayramı’nı Diyarbakır’da kutlama kararı alan Memur-sen’i tebrik ediyorum. Gönül isterdi ki bu bayramda tüm sendikalar birlik olup barış sürecine destek vurgusu yapsınlar, daha fazla özgürlük talep etsinler ve Yeni Anayasa desinler. Ne yazık ki böyle bir dertleri yok. Memur-sen ise barış sürecine verdiği yoğun destekle, başörtüsü yasağının kalkması için topladığı imzalarla ve ayrıca kutlama için Diyarbakır’ı seçmiş olması nedeniyle maksadının üzüm yemek olduğunu göstermiştir.
Biz de bıktık usandık;
Halil Berktay 1977′deki ‘Kanlı 1 Mayıs’ın arkasında derin devlet yapılanmasının olmadığını aslında bunun sol içi bir çatışma olduğunu iddia ettiğinde yer yerinden oynamıştı. Umarım bu süreçte tekrar gündeme gelir ve bir maske daha düşmüş olur. Yazımı yine Berktay hocanın Gezi sürecinde sarf ettiği ifadelerle noktalamak istiyorum.Ben bıktım artık. Bir solcu ve bir demokrat olarak, on yıllardır sol adına söylenen yalanlardan bıktım. “Kol kırılır yen içinde” anlayışından bıktım. Bütün oportünist faydacılıklardan bıktım.”Vallahi hocam biz de bıktık, usandık. Halkın iradesine saygı duyulduğu, bireysel hak ve özgürlüklerin tesis edildiği, tüm farklılıklarımızla barış ve huzur içinde yaşayacağımız özgür ve demokratik bir ülke adına yeni projeler üretmeleri gerekirken hala 1900’lü yıllardan kalma bir kafa yapısına sahipler.
Milat, 23 Nisan 2014