Gerek ifade gerekse basın özgürlüğünün yeteri kadar geniş ve güvenceli olmadığı bir ülkede yaşadığımızda hemen herkes hemfikir. Buna rağmen, bu konularda felsefî derinliği olan ve anlamlı siyasî-hukukî sonuçlara yol açacak tartışmalara girişmek yerine, kısa dönemi gözeten, suçlayıcı, kınayıcı, reaksiyoner, tek taraflı, ilkesiz tavırlar benimsemeye devam ediyoruz. Bu hengamede birçok şey söyleniyor ama, bazı ilginç konular hiç gündeme gelmiyor. Bunlardan biri, geniş anlamda ifade özgürlüğü ile dar anlamda ifade özgürlüğü diyebileceğimiz basın özgürlüğü arasındaki ilişki hakkında medyanın (en azından bir kısmının) takındığı tavır.
Basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün alansal yoğunlaşmasıdır. Söylemeye gerek yok, gayet önemli ve büyük saygı görmeyi, titizlikle korunmayı hak ediyor. Ne var ki, kendileri için sınırsız basın özgürlüğü talep eden bazı yayın organları, başka çizgideki yayın organlarının ve çeşitli alanlardan bireylerin ifade özgürlüğünü engellemek veya onları haber yaptıklarına-fikir açıkladıklarına pişman etmek için karalama ve linç kampanyaları yürütebiliyor. Ayrıca ihbarcılık yapabiliyor, asılsız olaylar icat edebiliyor. Kendisine hem savcı hem yargıç rolünü verebiliyor. Yasin Aktay’ın geçtiğimiz hafta maruz bırakıldığı muamele bu tavrın son örneği.
Basın özgürlüğü son zamanlarda Taraf gazetesinin ve gazeteci Mehmet Baransu’nun bazı ‘belgeleri’ yayınlaması üzerine alevlendi. Adı geçen gazete-gazeteci ile Başbakan dâhil hükümetin ve Ak Parti’nin kimi mensupları arasında atışmalar ve karşılıklı suçlamalar havada uçuştu.
Basın özgürlüğü liberal demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ona bu mühim mevkiyi veren gazeteciliğin kutsal bir görev ve gazetecilerin hiçbir şekilde hukuken dokunulamayacak kişiler olması değildir. Basın özgürlüğü toplumun kamusal kararlardan ve kamu kurumlarının işleyişinden haberdar olması için gereklidir. Aksi takdirde, kamusal yetki sahiplerinin denetlenmesi zorlaşır, belki de imkânsızlaşır. Yayın organları ve gazeteciler bu fonksiyonun araçlarıdır. Her devlet gizliliğe ve yetkilerini aşmaya meyillidir. Liberal demokrasi devlet organlarını şeffaflığa ve hesap verirliğe zorlar. Medya bunu sağlamanın en önemli aracıdır.
Bu çerçevede, söz konusu ‘belgelerin’ yayınlanmasının basın özgürlüğüne girdiği tespiti muhtemelen tüm istikrarlı demokrasilerde kabul görecektir. Gazeteciler basın özgürlüğü gereği haberlerinin kaynağını açıklamak zorunda değildir. Bu tür haberlere ulaşan her gazeteci aynı şeyi yapacaktır, hatta yapmalıdır. Basın organlarının görevi, bazı gazetelerin-gazetecilerin geçmişte bu ülkede yaptığı gibi, kamusal yanlışların üstünü örtmek veya vatandaşların onlardan haberdar olmasını önlemek olamaz. Özgür basın devlet icraatlarını haberleştirmek suretiyle yalnızca vatandaşın olan bitenden haberdar olmasını sağlamaz, aynı zamanda kamu otoritelerinin istikbalde benzer hatalara düşmesinin engellenmesine de yardımcı olur.
Liberal demokrasilerin ilkeleri açısından değerlendirildiğinde, bu olaya hükümet ve Ak Parti tarafından gösterilen reaksiyonların çoğunun yanlış, bu reaksiyonların dayandığı gerekçelerin de neredeyse tamamının geçersiz olduğu görülüyor. İlgili haberin yayınlanmasının bir suç teşkil ettiği iddiası hukuktan destek göremez. Devlete ait bir ‘gizliliğin ihlâli’ varsa, bu, belgeleri yayınlayanlarla değil ‘belgelerin’ ait olduğu kurumlarla ve onların çalışanlarıyla ilgilidir. Sorumluluğun gazeteye ve gazeteciye yansıtılması hukuken de demokratik açıdan da yanlış ve haksızdır. Habercileri ‘vatana ihanet’ veya ‘casusluk’ ile suçlamak kabul edilemez, anakronik, anti demokratik bir tavırdır. Başbakan’ın ‘aile mahremiyeti’ ile ‘devlet mahremiyeti’ arasında kurduğu benzerlik de liberal demokrasinin ana ilkelerine aykırıdır. Bir devlet hiçbir şekilde ailenin sahip olduğu anlamda bir mahremiyete sahip olamaz. Devlet aile değildir; varlığını ve meşruiyetini vatandaşın rızasına borçlu, icraatları tüm vatandaşları alâkadar eden bir kamusal araçtır. Devlet mahremiyeti anlayışı devletin şeffaflığı ve hesap verirliği ilkelerine de ters düşer.
Söz konusu ‘belgeler’in içeriği, güncelliği, yol açtığı veya yol açtığı iddia edilen sonuçlar, bir uygulama alanı bulup bulmadığı ayrı bir konu. Alper Görmüş gibi itibarlı ve objektifliği tartışılmaz yazarlar yanında bu gazetede Ali Bayramoğlu’nun yazılarından da öğrendik ki, ‘belgelerin’ çoğunun ilgili gazetenin-gazetecinin iddia ettiği biçimde bir anlamı ve sonucu yok. Belgelerin bir parçasının işaret ettiğ icraat, yani ‘ham fişleme notları’ hazırlama ve depolama uygulaması ise, bir geleneğe sahip olsa da düzeltilmesi gereken bir yanlışlık. Bu yüzden, hükümet kanadının ve iktidar partisinin öfkelenmesi, suç duyuruları yapması ve üslubunu sertleştirmesi gereksiz. Aksine, bu tür vakalar, gerçek ne ise onu tekrar ve daha kuvvetli biçimde anlatmaya ve hataları düzeltmeye vesile ve yardımcı kılınabilir. Ayrıca, kullanılan dile dikkat etmek de şart. Sükunet, soğukkanlılık ve yumuşak dil, her zaman, öfkeli, hiddetli ve kavgacı bir lisandan daha iyi sonuç verir. Bunu herkesin anlamasına yetecek kadar acı ve ağır tecrübeler yaşanmadı mı?
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.