İnsanlık tarihi, insanın insana yaptığı barbarlıklarla, katliamlarla, ayırımcılıklarla ve nefretlerle doludur. Irkçılık, insanlık tarihinde en büyük insan düşmanlığı şeklinde nitelenebilecek tedavi olmaz hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlığa karşı işlenen birçok barlığın arkasında ırkçılık vardır.
Teknolojik ve bilimsel alanlarda büyük ve baş döndürücü gelişmeler kaydeden insanlık, maalesef ırkçılık ve ayırımcılık konusunda aynı hız ve büyüklükte başarı gösterememiştir. Irkçılık, insanlığı bitiren ölümcül bir hastalık olarak bütün bulaşıcılığıyla insanlığı zehirlemeye, yozlaştırmaya, çürümeye ve yok etmeye devam etmektedir.
Yirminci yüz yıl ırkçılığın altın dönemlerinden biri olarak tarihe geçecektir. Bilimsel olarak ırkçılığın doğallığının ispat edilmeye çalışıldığı, saf genetik yapıyla saf bir ırk oluşturmanın mümkün olduğuna inanıldığı, ırkçılığın kendisini nasyonalizm şeklinde bir ideolojiye dönüştürmeyi başardığı ve ulus devlet adı altında ırkçılığın devleti ele geçirdiği bir dönem olarak yirminci yüz yıl hatırlanacaktır. İnsanlığa bir kan banyosu yaptıran Nazizm ve Faşizm gibi akımlar hep yirminci yüz yılda ırkçılıktan beslenerek var oldular.
Sistematik ve sürekli bir ideoloji ve anlayış olarak ırkçılık, Batı zihniyetinin bir ürünü olarak karşımıza çıkmıştır. Irkçılığı meşrulaştıran ve yücelten tezler, hep Batı menşelidirler. Irk faktöründen dolayı insanlar arası eşitsizliğin kaçınılmaz olduğu, Avrupa’nın merkezde ve geri kalan insanlığın teferruat olduğuna dair yaklaşımlar, hep Batıda dillendirildi. İnsanlığı Batı ve diğerleri şeklinde karşıt iki kategoriye ayıran, insanlık ve batı arasında bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu iddia eden medeniyetler arası çatışma tezi ırkçı bir ideoloji olarak gene Batıda üretildi.
Yirminci yüzyılın en büyük ırkçı uygulamalarından biri Batılılar tarafından Güney Afrika’da uygulandı. Sömürgecilik döneminde Güney Afrika’ya yerleşen Avrupalı beyaz azınlık, insanlık tarihinde ırkçılığın en kapsamlı ve sistematik uygulamasını gerçekleştirdiler. Yüzde beş beyaz azınlığın üstünlüğüne ve ayrıcalığına dayanan rejim, Afrikalıları insan olarak kabul etmiyordu.Güney Afrika’da beyaz azınlık tarafından kurulan ırkçı sistem ve rejime Apartheid denilmektedir. Apartheid ırkçı rejimi, Afrikalılara sadece ve sadece beyazlara köle olma hakkını tanıyordu.Apartheid rejimi, insanlık tarihinde ırkçılığın devlet eliyle sistematik ve uzun süreli olarak uygulandığı karanlık bir sayfa olarak hatırlanmaktadır. Beyaz Adam eliyle kurulan ve uygulanan Apartheid ırkçı rejimi, insanlığın ruhunu, aklını ve yüzünü karatmıştır ve unutulmaz bir utanç pratiği olarak insanlık tarihindeki yerini almıştır.
İnsanlığın yüzünü ve ruhunu karartan Beyaz Adam’ın ırkçılığına karşı Siyah Adam, insanlığın yüzünü tekrar ağartmak ve yeniden insanlığa dönmek için çok anlamlı bir karşılık ve mücadele vermiştir. Güney Afrika’da yürütülen insanlık mücadelesi Nelson Mandela ile ete kemiğe bürünmüştür.Apartheid rejimin beyaz diktatörü Botha, insanlığın yüzünü karartırken siyah bir Güney Afrikalı olan Mandela, insanlık onurunu çiğnetmemek için insanlığın yüzünü ağartan özgürlük ve insanlığa doğru olan uzun yürüyüşünü başlatmış ve büyük bir mücadele vermiştir. İnsanlık onurunu ve özgürlüğü için mücadele etmenin bedeli her yerde ağır olduğu gibi, Güney Afrika’da da ağırdı. Mandela, hayatının yirmi yılını Robben Adası’nda yalnız bir tutsak olarak geçirmek zorunda kalmıştır. Mandela’ya göre insanlar, inançlarından dolayı hapse atılmayı ve işkenceye uğramayı sonuçlarından bağımsız olarak bir görev bilmelidirler. Mandela’nın tutsaklığı ve Afrikalıların ırkçı beyaz Avrupalılara kaşı vermiş olduğu mücadele, dünyanın ve insanlığın dikkatinin Güney Afrika’ya çevrilmesine neden olmuştur. İçte verilen mücadele ve uluslararası baskılar sonucu, Mandela 11 Şubat 1990 tarihinde serbest bırakılmıştır. Mandela’nın serbest bırakılması, beyaz ırkçı sistemin sonu anlamına gelmekteydi. Mandela, Apartheid rejim sonrası kurulan yeni yönetimin ilk devlet başkanı oldu.Nobel Barış ödülünün sahibi olan Mandela, sadece ırkçılık yüzünden çekilen acıların sembolü olmanın ötesinde umudun, onarmanın ve yeniden başlamanın sembolü olarak kalmayı başardı.
Beyaz ırkçılık, Güney Afrika’ya her açıdan yıkım, acı, yoksulluk ve sefalet bıraktı. İnsanlar, yaşadıklarından dolayı öfkeli ve doluydular. Mandela, tahammül ve öfke sınırlarını aşmış, sadece intikamın egemen olduğu bir topluma çok önemli bir şey öğretti.Mandela, insanlara intikam almayı değil, affetmeyi ve birbirlerini iyileştirmeyi öğretti. Irkçılığın açtığı yaraların iyileştirilmesi ve acıların onarılması, siyah-beyaz ayrımı yapmadan herkesin kendi karanlık ve kirli geçmişiyle yüzleşmesini, kendi hakikatini toplumsal bir hakikate dönüştürmeyi, bireysel ve toplumsal adalet arayışının ve ihtiyacının hep birlikte gerçekleştirilmesini hepimize öğretti. Mandela, sahici anlamda affetmenin, hakikate ve adalete götüren bir tecrübe olduğunu insanlığa realite düzeyinde göstermeyi başardı.
Irkçılık, insanı ve insanlığı parçalayan ve yok eden bir zehirdir. Irkçılık, sanıldığı gibi hiç giderilmeyen bir çocukluk hastalığı da değildir. Irkçılık, bir varoluşsal sapkınlıktır. Varoluşsal bir sapkınlık olarak ırkçılık, insanları birbirine yabancılaştırmakta be düşmanlaştırmaktadır. Irkçılığın en tehlikeli tarafı, insana insanlığa ait olduğunu unutturmasıdır. Mandela, ırkçılığın bu yabancılaştırmasına karşı hepimize şu doğal gerçeği hatırlatmışır: İnsanlık bir ailedir ve bütün insanlar bu ailenin mensuplarıdır. İnsan olarak insanlığa olan aidiyetimizi bize hatırlatan Mandela, doksan beş yıllık hayat hikayesini insanlığa ait bir insan olarak tamamlamayı başarmıştır. Mandela, insan onurunun ırkçılığı yenmesinin sembolü olarak insanlık ailesi tarafından sahiplenilmektedir.
İnsanlık ailesinin gerçek bir üyesi olan Manela, hayatı boyunca bütün insanların barış içinde eşit haklara ve fırsatlara sahip olduğu özgür, çoğulcu ve demokratik bir toplum içinde yaşama idealinin peşinde olmuştur. Mandela için uğrunda yaşanacak ve ölünecek tek ideal, özgür ve onurlu insanlar olarak farklılıklarımızı koruyarak barış içinde insanlık ailesinin bir mensubu olarak yaşamaktır. Mandela’nın bu ideali kendi ülkesi olan Güney Afrika’da gerçekleşmediği gibi, dünyada da gerçekleşmiş değildir. Mandela, insan onurunu ve özgürlüğünü çiğnetmemek için yapmış olduğu uzun yürüyüşünü kendi doksan beş yıllık hikayesinde tamamladı, ama insanlığın barışa, özgürlüğe ve adalete olan uzun ince yoldaki yürüyüşü ise devam etmektedir.