Devletçiliğin esası şudur: Eğer devlet herhangi bir meseleye müdahale etmezse o mesele ya kötüye gider ya da o şeyin sağlayacağı faydalardan tamamen mahrum kalırız. Sevgili Frederic Bastiat’nın öğrencisi olmuş herkes bunu çok iyi bilir. Devlet fabrika kurmazsa sanayileşemeyiz; devlet teşvik vermezse iş dünyası gelişemez; devlet eğitim vermezse cahil kalırız; devlet dini kontrol etmezse ya dinsiz ya da yobaz oluruz. Şimdi de Başbakan Erdoğan’a göre devlet öğrenci evlerine müdahale etmezse öğrencilerin ahlakının bozulacağını öğreniyoruz.
Medyada, Başbakan’ın bu iddiasına karşı iki çeşit yorum yapılmaktadır. Birincisi, bu sözlerin Türkiye’nin muhafazakarlaştırılma girişiminin somut bir örneği olduğu yönündedir. İkincisi ise bu durumun bireysel hak ve hürriyetlere olduğu kadar özel hayata da müdahale olduğu yönündedir. Birinci yorumun meselenin boyutlarını yeterince kavrayamadığı kanısındayım. İkincisinin haklı bir yargı olduğunu düşünmekle birlikte aynı şekilde sorunun esasına inemediğini düşünüyorum.
Neden birinci görüşün yanlış olduğunu düşünüyorum? Muhafazakar düşünce şüphesiz devleti, toplumsal düzenin önemli bir parçası olarak görür ama toplumsal düzenin kaynağını devlet otoritesine bağlamaz. Toplumsal düzen kendini geleneklerde, davranış kurallarında, alışkanlıklarda, tavırlarda dışa vuran tarihi tecrübenin kurduğu organik sosyal ilişkilerin bir neticesi olarak doğar. Devlet tek başına belirli bir tür ahlaki anlayışına dayalı sosyal düzeni tek başına devam ettiremeyeceği gibi, sıfırdan bir tür ahlaki ilişkiler seti de yaratmaya muktedir değildir. Toplumsal düzen onun devamlılığını sağlamak için uğraşacak özel faillere ihtiyaç duyar. Bu faillerin yapacağı eylemler gücünü devletin cebir kullanma tekelinden almazlar. Bilakis, geleneksel ilişkiler ağının kendilerine sağladığı meşru otoriteyi sivil alanda icra etmeleri onların en önemli dayanaklarıdır.
Ayrıca bu ilişkiler seti her zaman sabit kalmaz ama geçmişin birikimini koruyarak güncel gelişmelere göre değişmeyi ve dönüşmeyi başarırlar. Muhafazakarlar karşılaştıkları sosyal sorunlara karşı alacakları pozisyonları temelde sivil toplumun bir meselesi olarak görürler. Bu da geleneklere muazzam bir şekilde kendini koruma ve yenileme yeteneği sağlar. Oysa meseleyi basit bir hükümet politikası olarak görmek, cebri geleneksel yapıyı korumanın tek aracı haline getirir. Bu tür bir muhafazakarlık anlayışı ise, toplumun kendi düzenini, üzerine inşa ettiği bütün ahlaki kodların sosyal bağlamından kopmasına sebep olarak, onları yeni sorunlar ve sosyal değişmeler karşısında savunmasız bırakır. Geleneği yaşaması gereken failler, kendi geleneklerinin sahibi olmaktan çıkartılarak, geleneğin tutsakları haline dönüştürülürler. Çünkü devlet cebri, değişime adapte olmaya çalışmaz ama değişimi kontrol etmeyi amaçlar. Devlet cebrine dayalı bir muhafazakarlık sosyal değişimle gelen yeni toplumsal taleplere cevap veremeyeceğinden dolayı da yetersiz, tutarsız ve tutucu kalmaya mecburdur. Geleneğin yozlaşmasının temel sebebi de bu yüzdendir.
Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığım bir anlayışın kısmi bir savunucusu olarak Başbakan’ın yapmaya çalıştığı şeyin anlamlı bir muhafazakar bakışa ters düştüğüne inanıyorum. Kız ve erkek öğrencilerin ev hayatlarına kamu otoritelerinin müdahalesi geleneksel değerlerin korunmasına hiçbir katkı sunmaz. Aksine siyasal iktidara sahip olanların hiçbir ahlaki kaideye dayanmaksızın bireylerin hayatlarına ve toplumsal düzene müdahale etme yetkisini tanır ve bu yetkinin kurumsallaşması yolunda adımlar atar.
Şüphesiz ikinci tür yorum, “bireysel alana müdahale” iddiası doğrudur ama mesele bununla sınırlı değildir. Ben bu tür müdahaleleri özgür bir toplumun ahlaki düzenini yozlaştırmaya yönelik açık bir tehdit olarak görmekteyim. Bu iddiam ise ancak özgür bireylerin ahlaki sorumluluğa sahip olduklarını düşünmemden kaynaklanmaktadır. Bireyin ahlaki sorumluluğu onun doğru olduğunu düşündüğü eylemleri kendi tercihlerine dayanarak özgür iradesi ile seçmesine dayanır. Aksi halde hiçkimseyi yaptığı tercihlerden dolayı sorumlu tutmamız mümkün olmaz. Tercih hakkı hukuki sorumluluğun kaynağıdır. Ayrıca tercih özgürlüğü kendisinin ve toplumun sorunlarını çözme konusunda aktif katılımını mümkün kılar ve hem bireye hem de toplumsal gruplara otonom-özerk bir yapı kazandırır. Ancak özerk varlıklar kendi eylemlerinin sorumluluklarını alarak eylemlerinin sonuçlarını değerlendirebilme yeteneğine sahiptirler. Öğrencilerin ev hayatlarını nasıl örgütleyecekleri şüphesiz öncelikle öğrencilerin kendilerinin ve onları yetiştiren ve bakımlarını sağlayan ailelerinin bileceği iştir. Bu konudaki tercih hakkını öğrencilerin ve onların ailelerinin ellerinden almak, keyfi bir müdahale ile aile hayatlarımızın en mahrem ilişkilerine devleti sokmak demektir. Bir kere bu müdahale aracı-gerekçesi meşru kabul edildikten sonra, bizi farklı dünya görüşlerine sahip devlet otoritelerinin keyfi görüşlerinden koruyacak elimizde ne tür bir ilke ya da hangi ahlaki kod kalır?
Özgür bir toplum dindar bir toplum olabilir; özgür bir toplum dinsiz bir toplum da olabilir. Ama devlet eliyle dindarlaştırılmış ya da dinsizleştirilmiş hiçbir toplum özgür değildir. Özgür olmayan toplumların ahlaki yapıları da bozulmuştur. Çünkü o toplumun üzerinde durmaya çalıştığı ahlaki değerler özgür bireylerin tercihleri değildir. Tercih etmediğimiz eylemlerin sorumluluklarını alamayız. Sorumluluk yoksa kendimizin ya da sosyal sorunların çözümüne katkı sunmak için uğraşma yeteneğinden ve alışkanlığından mahrum kalırız. Bu da bizi demokratik bir uzlaşma ve ikna süreci siyasetine değil ama amansız bir güç elde etme yarışına sokar. Devrimler gelir gider ama yöntem aynı kalır: Her derdin devası devlet cebrini kullanma alışkanlığı.