Türkiye’nin önde gelen reklamcılarından Serdar Erener, ‘Gezi Parkı’ olayları için çarpıcı tespitlerde bulundu.
Serdar Erener, Türkiye‘nin önde gelen reklâmcılarından. Alametifarika olarak çektikleri THY reklam filmleri büyük ses getirdi. Ancak Gezi Olayları sonrasında, THY anlaşmayı feshetti. Akıllara hemen “Erener, Gezi’yi destekledi diye mi?” sorusu geldi. Ünlü reklâmcı, bu ithamdan rahatsız. Gazdan etkilenen insanlara kapılarını açtıklarını, ortada insani bir durum olduğunu düşünüyor. AK Parti’yi desteklediğini söylerken, Gezi için şu yorumu yapıyor: “Türkiye’de ana akım tutum ve davranışın dışında ne varsa, orada bir araya gelmişti.”
Gezi Olayları nedeniyle size haksızlık yapıldığını mı düşünüyorsunuz?
Kesinlikle. Dertliyim çünkü. Bir akşam arabanızla yolda giderken, birine çarptığınız iddia ediliyor. Siz de “Ben arabamla eve gittim. Bir şey olmadı.” diyorsunuz. “Yok, yok sen birine çarptın.” diyorlar. Bir Kafka hikâyesi gibi. Ben siyasi, felsefi, vicdani nedenlerle, başından beri destek ve oy verdiğim bir siyasi hareketin karşılaştığı sert muhalefetin destekçisi, aranjörü gibi sıfatlarla anıldım. Birden bire bu nedenle ceza görüp, dünyanın takdir ettiği THY işinden tard edilmek kaderin garip bir cilvesidir.
Nasıl tard ettiler?
Bildirerek. Tek taraflı! Somut bir gerekçe yok. Beni çağırıp soran da yok. O kadar değersizleştirildik ki onuruma da dokunuyor, adalet duygumu da yaralıyor. Sessiz bir isyan içindeyim. Bu isyanın bir muhatabı da yok. Kırgınım ve üzgünüm.
Kendinizi anlatmak için gerekli yerlere ulaşmaya çalışmadınız mı?
Çalıştım; ama reklâmcı önemli birisi değildir. Hatta Hamdi Bey (Topçu), TV’de bir röportaj yapıyordu. Röportajı yapan, bizim yaptığımız işlerin ne kadar ses getirdiğini söyledikten sonra, “Kim yapıyor bu işleri?” diye sordu. “Bir ajansa yaptırıyoruz.” dedi, Hamdi Bey. İsmimizi bile telaffuz etmediler. Demek ki o kadar değersizdik! Aslını astarını araştırmadan, yanlış bir duyum üzerinden hüküm vermek… Dinen gıybet dedikleri şey de bu!
ERDOĞAN’I DESTEKLEMEMİ, ÇALIŞANLARIM ANLAMIYOR
Hakkınızda iki iddia var. Birincisi, kendinizi kamufle edip, Doğuş Holding’in önüne gidip protesto etmeniz. Diğeri de ajansın kapılarını Gezi eylemcilerine destek için açmanız.
Birincisi, tabii ki NTV’nin kapısına gitmedim. O, yalan haberdi. Nitekim Serhat Albayrak’la da konuştuk. Böyle haberlere devam etmeyeceklerini söyledi. Doğuş Gurubu’yla ticari ilişkimiz devam ediyor. İkincisi de, biz Başbakanlık ofisinden 100 metre uzaktayız. 1 Haziran gecesi, burada gerçekten polis ve göstericiler arasında büyük bir çatışma oldu. Bir kısım göstericiler, bizim dükkânımızın kapısına dayandı. Bekçimiz de bu insanları içeriye aldı. Hatta içlerinde hamile bir hanım da varmış. Benim bunlardan ertesi gün haberim oluyor. İçeride de o sırada çalışan bir kişi var. Bunlar kendilerince bir karar veriyor. Ne bana ne yöneticilerimize sormadan, Alametifarika’nın Twitter hesabından “Kapılarımız açıktır.” diye bir tweet atıyor.
O tweet’i atan arkadaşa bir yaptırımınız oldu mu?
Ben iki çocuk sahibi bir babayım. 20 yaşında bir kızım, 13 yaşında bir oğlum var. Ben bu insanların davranışını bir siyasi tutum olarak görmedim. Bizim dükkânlarımızda ekmek yiyenlerin politik duruşları, attıkları kişisel tweet’ler, giyim-kuşamları vs. konusunda herhangi bir yönlendirme yapamam. Bu yaşıma kadar azami derecede liberal ve hürriyetçi olmaya çalıştım. Ama şunu söyleyeyim, onlar için ben, hiç anlayamadıkları biçimde, hem alafranga olup hem de Tayyip Erdoğan’a büyük bir hayranlık besleyen, AKP’yi desteklemiş bir adamım. Gezi’den ötürü heyecanlanmış, oraya gitmiş, heyecanlı tweet’ler atmış bu genç kadroyla siyaset uzlaşmazlığım hep var.
Yanlış anlaşıldığınızı anlatmak için aracılardan yardım istediniz mi?
Hem milletvekili, hem de partide üst düzey yöneticilik yapan dostlarıma sıkıntımı ifade ettim. Onlar da anlayışla yaklaştılar. Ama onlara göre, Türkiye’de oluşan bu suni yarıkta, ben onların karşısında duruyorum! Bunu talihsizlik olarak görüyorum. Ben hiçbir zaman bir siyasi partiye yanaşıp devletten iş almaya çalışan birisi olmadım. 13-14 yaşından beri bu memleketi anlamaya çalışan birisiyim. O yüzden bitaraf değilim, bir tarafım! Tuttuğum taraf da, halk koalisyonu olarak gördüğüm AKP’dir! Önemli olan bu partiyle birlikte, Türkiye’de yaşanan değişikliklerdir. Askeri-bürokratik elitin bu ülkeyi kontrol gayreti, şekil verme çabası bir ‘game’ (oyun) ise ‘game over’ (oyun bitti) !
AK PARTİ’YE KARŞI OLAN KÜLTÜREL ÖNYARGI AŞILAMAZ
Bu ülkeye kafa yoran Serdar Erener, Gezi Olayları’nı nasıl değerlendirdi?
Türkiye’de çok kabaca, iki ‘medeniyet dairesi’ var. Bir tarafta, ‘modern muhafazakârlar’; diğer yanda ‘endişeli modernler’. Bu endişenin gittiği son cümle şu… Ben bunu annemden de duydum, ajansta da… Şeriat rejimi korkusuyla endişeye kapılmış; ama buranın tarihini, resmi ideolojinin öğrettiği kadarıyla bilen bir ‘modernler grubu’ var. Onlar da büyük bir toplum. Diğer toplumun siyaseten iktidara gelmesiyle beraber, tatları kaçtı. Ama bu iktidarla, onların da cebindeki para arttı. Paraları arttığı için çok da canları sıkılmıyordu.
Lastik nerede patladı?
O kadar büyük bir önyargı var ki! (Reklâmcı) Erol Olçak ile birkaç kere bunun sohbetini yaptık. Hatta sondan bir önceki seçimde bana, “Beyaz Türklerle AKP arasında bir köprü kurulabilir mi?” diye sordu. “Ticarette kuruluyor; ama kültür dairesine girildiğinde büyük bir önyargı duvarı var. Bana göre bu duvarı kıramazsınız.” dedim. Bunun iletişimle kırılabilir yanı olduğunu düşünmüyorum. Gezi’de, endişelerini geri çekmiş; ama hiçbir zaman da bırakmayan modernlerin, “Galiba korktuğumuz gibi olacak.” demelerine neden olan beyanlarla hafif gerildiklerini düşünüyorum.
Neydi o beyanlar?
“Biz dindar nesiller yetiştirmek istiyoruz.” cümlesi, mesela. “Bize burada hayat hakkı yok.” duygusu oluştu, sanırım.
BATI, GEZİ’Yİ KENDİ DERDİ GİBİ GÖRDÜ!
“AK Parti gidiyor galiba.” algısı da oluştu mu?
Ben öyle bir şey olduğunu hiç düşünmedim. Taksim’e gidenler, havaya girdiler. Ama o havanın, toplumun tamamında bir karşılığı olduğunu hiç düşünmedim. Cumhurbaşkanı’nın söylediği şeyi de doğru buldum. Dünyanın bu olayla bu kadar ilgilenmesi, hükümetin komployla açıkladığı bir şey; ama bana göre, medeni âlemin ve demokrasinin içinde yer aldığımız için, kendilerinden birinin yaşadığı dert olarak gördüler. O yüzden bu kadar ilgilendiler. Afganistan’la, Mısır’la kimse bu kadar ilgilenmez.
Olaylar sırasında Gezi Parkı’na gittiniz mi?
Gittim, baktım. Benim gibi bir insanın oraya gidip bakmamasını düşünebilir misin? Beşiktaş’tayım ve iki adım ötede ne olduğunu merak ettim tabii.
Neler gözlemlediniz?
Türkiye diye bir organizma, ruh hali varsa; bunun en uç ifadeleri, ana akım tutum ve davranışın dışında ne varsa, orada sembolik de olsa bir araya gelmişti. Çok garipti o açıdan.
Radikalliğin birleşmesi mi?
Evet, evet. Aslında ‘radikal’ onu karşılar mı bilmiyorum; ama ‘endişeli modernlerin’ ve ‘modern muhafazakârların’ dışında olan ne varsa oradaydı. Gezi, Türkiye ortalamasının bir hayli dışındaydı. Gezi’yi, Türkiye’nin temsil kabiliyeti olan bir yer olarak görmedim.
Başbakan, Gezi’ye katılanların temsilcilerinden, parkı terk etmeleri için aracılık yapmalarını istediğini; ama kendisine verilen sözün tutulmadığını söyledi. Bu bir gösterge olabilir mi?
Bu olayı çok yakından izledim. Kardeşim Sertab (Erener), Başbakan’la görüşmeye giden gruptaydı. Bu göreve kendisini aşırı angaje etti. Başbakan’la da özel bir dostlukları var. Hem Sertab’ın müziğine ilgileri var, hem de aynı hastalıktan muzdaripler. Önemli insani paylaşımları var. O toplantıyı Sertab’dan ayrıntılı dinledim. Başbakan’la saatler süren konuşma yapıyorlar. Mesela deniyor ki, “Başbakan her birinize şu kadar dakika ayırmak istiyor. Katılımcıların sayısını şu kadarla sınırlı tutun.” Deniyor ki, “Hayır, biz filancaları da istiyoruz.” Sonunda o filancalar da geliyor salona. O gelenler, sadece dinleyici olarak katılsın isteniyor. “Tamam.” deniliyor. Her şey bitmişken, dinleyici olarak orada bulunan bir kişi, agresif biçimde bir şey söylüyor. Başbakan da bunun üzerine sinirleniyor. Ertesi gün de verdikleri sözü tutmuyorlar. Temsil kabiliyeti olan grup, temsil kabiliyeti yokmuş gibi davrandı.
SERTAB, ENDİŞELİ MODERNDİR
Gezi’ye dair Sertab’la aynı paralelde mi düşünüyorsunuz?
Sertab bunu duyunca kızacak ama… Onunla biraz farklıyız.
Hangi anlamda?
Sertab bana kıyasla, çok çok daha endişeli bir moderndir. Ben daha ‘Zelig’im.
Woody Allen’ın filmindeki Zelig mi?
Evet. Zelig, kimin yanına giderse, onun şeklini alan adamdır.
Bukalemun gibi…
Ben siyasi bukalemun değilim. Gerçeği anlama çabasında, o yaşayan insanların hepsinin içine girip çıkabiliyorum. Böyle bir empati kabiliyetim var. Bu ceza da olabilir! Birinci gün, zarafetle belki çözülebilirdi isyan. Sonrasında şiddete başvurmayan her türlü protestonun ifade hakkı var. Ama yakıp yıkmak, vurup kırmak, ne iktidar sahibinin ne isyan edenin hakkıdır. Onu ben kabul edemem.
Sertab’ın nasıl bir endişeli modernliği var?
Endişeli modern erkeklerle, endişeli modern kadınların problematikleri aynı değil. Endişeli modern kadınlar, modern muhafazakârlığı, kendileri için ciddi bir tehdit olarak görüyor. Şaşkınlıkla izliyorum. Kafalarında büyük bir tehdit algısı var. Bu algıda daha keskin oluyorlar. Sertab’ı da biraz o çerçeveye koyuyorum. Giyim-kuşam, kapanmak-kapanmamak, onlar için çok can alıcı. O yüzden de memleketin dindar ahalisi ile bir türlü barışamıyorlar. İki taraf da birbiriyle barışamıyor; ama endişeli modern-başı açık kadınların, modern muhafazakar-başı kapalı kadınlardan daha agresif olduğunu görüyorum.
Bu yazı Türkiye Gazetesi’nde yayınlanmıştır.