İnsan tecrübesi çok boyutludur. İnsanın ve tecrübesinin tek bir boyuta indirgenebileceğini vehmetmek, en tehlikeli yanılgılardan biridir. İnsan tecrübesi tek bir kategoriye indirgenemeyeceği gibi, ona dair yapılan tek bir anlama biçimi de mutlaklaştırılamaz.İnsanı ve tecrübesini anlamak için ortaya konan çabalar sanat, din, felsefe, bilim ve ahlak kategorileri altında ele alınmakta anlamlandırılmaya ve kavramsallaştırılmaya çalışılmaktadır.
İnsanın ahlaki, bilimsel, sanatsal, felsefi ve dini tecrübeleri insani bütünlüğün olmazsa olmaz alanları olmalarına rağmen, bu tecrübeler arasındaki ilişkiler düz bir çizgi gibi değildir. İnsan tecrübesinin her alanının kendisine özgü özellikleri bulunmaktadır. Ahlaki, felsefi, dini, bilimsel ve estetik tecrübelerin kendisine özgü olması, onların temel karakteristiğinin aynılaşma değil, farklılaşma olmasını sağlamaktadır. Kendi içinde farklılaşan ve özgünleşen insani tecrübe kategorileri arasındaki ilişkiler, uyumdan çok uyumsuzluğa ve zıtlığa, bütünleşmeden çok ayrışmaya, harmoniden çok gerilimlere neden olabilmektedir. Felsefe, din, ahlak, bilim ve sanat arasındaki gerilimler, çatışmalar ve uyumlar, bunlardan herhangi birini daha önemsiz ve aşağı yapmayacağı gibi bir diğerini daha üstün ve ayrıcalıklı hale de getirmemektedir. İnsanın tecrübe kategorileri hakkında farkında olunması gereken temel gerçek, ahlak, felsefe, din ve bilim arasında diskriminasyonun veya aşağıdan yukarıya bir hiyerarşik düzen kurgusunun yapılamayacağıdır.
Tarih boyunca insanlık düşüncesinde özellikle din, bilim ve felsefe arasında yoğun tartışmalar ve gerilimler yaşanmıştır. Müslüman düşüncesinde yaşanan felsefe-din veya akıl-vahiy tartışması bu kadim tartışmanın önemli bir tezahürüdür. Modern dönemde pozitivist felsefenin etkisiyle yoğun bir şekilde gündemde olan din-bilim tartışması, bir baş ve kalp ağrısı olarak uzun süre hepimizi meşgul etmiştir. Son günlerde YÖK’ün İlahiyat Fakültelerinin müfredatında felsefe (felsefe tarihi, felsefeye giriş ve mantık) ve din bilimleri (din sosyolojisi, din psikolojisi, din felsefesi, dinler tarihi) alanlarına ait derslerin saatlerini azaltma ve dini bilimler denilen tefsir, hadis, fıkıh, Arapça derslerinin saatlerini arttırma şeklinde bir düzenlemeye gitme ve ilahiyatı tamamen İslami ilimlere indirgeme şeklinde özetlenebilecek bir uygulama girişimi nedeniyle ilahiyat ve felsefe arasındaki ilişkiler yeniden tartışılmaktadır.
Ahlak, felsefe, din, bilim ve sanat kategorileri arasında çoğu zaman çatışma olarak nitelenen durumun arkasında bir alanın diğer alanlara üstün ve egemen olma iddiası yatmaktadır. Özellikle din, kutsal olma iddiasından hareketle kendisinin diğerlerinden üstün olduğunu, felsefe ve bilimin kendisini takip etmekten başka bir şey söylememesini talep edebilmektedir. Din, insan tecrübesinin önemli bir alanıdır, ama insan tecrübesinin tamamı değildir. Felsefe veya bilimde aynı şekilde insani tecrübenin olmazsa olmazlarıdırlar, ama hiçbiri insan tecrübesinin tamamı olma şeklinde bir iddia veya talepte bulunma imtiyazına sahip değildir. Din, bilim, sanat veya felsefe arasında bahsedilen çatışma, bir alanın insan tecrübesinin birçok bölgesinden herhangi biri olmak yerine, tümü olmak şeklindeki obsesyonundan kaynaklanmaktadır.
İlahiyat müfredatı bağlamında felsefe ve din arasında gündeme gelen tartışma aslında bir hegemonya tartışmasıdır. Ülkemizde ilahiyat eğitimi, resmi ideolojinin toplumsal mühendislik projesinin asıl ayaklarından biri olarak tasarlanmıştır. Toplum mühendisliği sapkınlığından dolayı ilahiyat alanına sürekli müdahalelerde bulunulmuştur. 28 Şubat sürecinde ilahiyat müfredatına yapılan müdahale resmi ideoloji ve laisizm adına yapılıyordu. Bugün ise dini ilimler alanını genişletmek için felsefe ve din bilimlerinin ders saatlerini minimuma indirmek ve ilahiyat kavramının yerine İslami ilimler kavramı şemsiyesi altında ilahiyat fakültelerini ve müfredatını dönüştürmek için hegemonik bir girişime tanık olmaktayız. Resmi ideoloji yanlıları da dini ideoloji yanlıları da sahip oldukları kurucu irrasyonalizmin bir gereği olarak ilahiyat öğretimini dizayn etmeye girişmek suretiyle dini alan yoluyla hayatlarımız, akıllarımız, inançlarımız, ruhlarımız, dünyamız ve ahiretimiz üzerinde hegemonya kurmak için her şeyi yapmaktadırlar.YÖK’ün ilahiyat fakültelerine ve müfredatına olan müdahalesi, kurucu irrasyonalizmin tehlikeli bir girişimi olduğu gibi, akademik zihnin özgürlükçü, çoğulcu ve insanı esas alan yaklaşımına tamamen uzak sığ, dayatmacı ve verimsiz küçük bir klik körleşmesiyle hareket edildiğini göstermektedir.Kişiler, felsefe ve din bilimlerinin olmadığı bir İslami ilimler eğitimini kendi gruplarına ait kurumlarda verebilirler. Ancak felsefesiz İslami ilimler olarak niteleyebileceğimiz bu yaklaşımı, YÖK gibi resmi bir kurumun gücünü kullanarak hepimize dayatmak, din adına totaliteryanizmden başka bir şey değildir.
İslam düşüncesi, felsefe, kelam, fıkıh ve tasavvuf olarak niteleyebileceğimiz alanlardan oluşmaktadır. Ancak İslam dünyasında ve ülkemizde fıkıh alanı, diğer boyutlardan daha fazla olarak insanların düşünce ve davranış boyutlarını etkilemiştir. Felsefe ve kelamın etkisi çok küçük ve sınırlıdır.Fıkıh, tefsir ve hadis üçlemesi etrafında İslami ilimler eğitimini dizayn etmek, bir akademik emperyalizm örneği oluşturmaktadır. Dine dair her şeyi konuşmak, tartışmak, anlamak ve kavramak yerine din hakkında konuşmayı imkansız hale getirerek dine dair olanı dinletme şeklinde bir anlayışla karşı karşıya bulunmaktayız. Dine dair olanı dinletmenin dindarlık olmak olduğunu düşünenler olabilir. Ancak bu düşünce sahiplerinin unutmaması gereken bir şey vardır: İnsan tecrübesini dinden ibaret sanıp felsefe, bilim, sanat ve mantıkı dışlamanın veya önemsizleştirmenin, dini insan için bir hidayet kaynağı olmaktan çıkarıp bir hapishaneye dönüştürdüğünü unutmamaları gerekmektedir.