Demokratik Açılım döneminde tedavüle çıkan bir kavramın öyküsü bu.
O günlerde Nuray Mert, açılım politikalarının bir “Türk sorununa yol açacağı” tezini işliyor, Kürtleri bölücü olarak gören sıradan vatandaşların zihinlerinde “okur-yazarlar bir olmuş Kürtleri kayırıyor” tablosunun oluşmasına yol açabileceğini belirtiyordu (Radikal, 10.1.2009). Mert sonradan siyasi güzergâhını değiştirdi ve bu görüşüne dair bir özeleştiri yazdı (Milliyet, 6.8.2011).
İmralı süreci başladığında kavram tekrar dolaşıma girdi. Bu kez bayraktarlığı Ertuğrul Özköküstlendi. Ona göre: Bugün “Türküm” demek “Kürdüm” demekten daha zordu. “Kürdüm” diyen ilerici “Türküm” diyen faşist olarak adlandırılıyordu. “Kürt” kelimesi yüceltilirken “Türk” kelimesi tenzil-i rütbeye uğratılıyordu. Türk manevi azınlık duygusuna itiliyor ve Türk’ün haysiyeti zedeleniyordu (Hürriyet, 4.1.2013).
Tüm çocukların her sabah varlıklarını “Türk varlığına” adadıkları ve devlet kurumlarının “Türk” ismini taşıdığı bir yerde “Artık Türküm demek çok zor” temalı bir yazı yazmak için, insanın gerçekten mantıkla irtibatını koparmış olması gerekirdi.
“Türk sorunu” çıkacağına ilişkin fikirlerin hepsi rahatlıkla çürütülebilirdi. Ama sorun sadece mantık sorunu değildi ve kavram da bu yüzden tedavülde kaldı.
Ahlaken ve siyaseten yanlış
“Türk sorunu” veya “Türk haysiyeti” diyenler, Kürtlerin haklarının tanınması hâlinde Türklerin buna itiraz edeceği kabulünden hareket ediyorlar. Bu, ahlaken de, siyaseten de yanlış.