Mardin Cezaevi’nde tutuklu olan öğrencim Zeynep’ten bir mektup aldım.
Kendi deyimiyle “insanı en çok zorlayan ve çaresiz bırakan bir öyküyü” anlatmış Zeynep mektubunda: Hanım’ın, Mirhat’ın ve Solin’in öyküsünü…
Hanım Onur, genç bir Kürt kadını.
Çok erken yaşlarda siyasete adım atmış, dişiyle tırnağıyla çalışmış ve Cizre’de belediye başkan yardımcısı olmuş. 2011’in eylülünde mutat KCK operasyonlarından birinde yakalanıp tutuklanmış. Kocası da aynı operasyon kapsamında aranıyormuş. O günden beri haber alınamıyor, nerede olduğu bilinmiyor.
İki çocuğu var Hanım’ın… Oğlu Mirhat, epilepsi hastası. Tutuklandığında Hanım’ın en büyük derdi oğlunun hastalığıymış. Yeterli bakım ve ilgi görmediğinde oğlunun hastalığının ilerlemesinden korkuyormuş. Fakat daha büyük bir acıyı tutuklandığından iki ay sonra tatmış Hanım: üç yaşındaki kızı Solin’e lösemi teşhisi konmuş.
Mektubun içinde Solin’in hastalanmadan önceki hâlini gösteren bir fotoğraf vardı. Masmavi gözlerinin içi gülen, insana onunla aynı dünyada bulunduğu için yaşama sevincini hissettiren dünya tatlısı bir çocuk. Ama ne yazık ki onun yaşam umudu her geçen gün azalıyor.
Aslında başlarda hastalıkla gayet iyi mücadele ediyormuş. Ama önce zatürreeye yakalanmış, lösemi de karaciğerini tehdit etmeye başlamış. Son iki haftada durumu kötüleşmiş. İki haftadır konuşmuyor Solin, tedaviye de cevap vermiyor. En çok ihtiyaç hissettiği bir dönemde yanında olmayan annesine de küsmüş; onunla konuşmayarak hem kendini, hem de annesini cezalandırıyormuş.
23 ocakta duruşması varmış Hanım’ın. Kızı hastaneden kendisini görmeye geleceği için duruşmaya gitmemiş, kızıyla kalmış. Ne var ki Solin, o gün annesiyle hiç konuşmamış; çektiği acılardan halsiz bir şekilde annesinin kucağına yığılmış, ağlamış. Zeynep, o anı şöyle anlatıyor mektubunda:
“Hepimiz Hanım’ın yerine cezaevinde kalmaya ve daha maalesef elimizden gelemeyen her şeyi yapmaya hazırdık.”
Avukatları mahkemeye her türlü belgeyi sunmuşlar. Mirhat’ın ve Solin’in raporlarını mahkemenin önüne koymuşlar ve annenin tutuksuz yargılanmasını talep etmişler. Ancak tutuksuz yargılanma bir yana, annenin çocuğuyla rahatça görüşmesi bile sağlanmamış. Hatta bir keresinde savcı,“Bakamıyorsanız onları Çocuk Esirgeme Kurumu’na verin” diye nasihat (!) da etmiş.
Tutuklama kurumu sorunlu
Ceza yargılamasında kural “tutuksuz yargılama” iken, öteden beri Türkiye’de tutuklama kurala, tutuksuz yargılama istisnaya dönüşmüş durumda. Türkiye’de mahkemeler kolaylıkla, çoğu kez gerekçesiz, sadece soyut ve basmakalıp ifadelere dayanarak tutuklamaya hükmediyor.
Oysa evrensel hukuk bunun tam tersini söylüyor: AİHM, tutuklama için çok net kriterler öngörüyor ve tutuklamaların mutlaka gerekçeli yazılmasını istiyor. Nitekim TCK ve CMK’nın hazırlanmasında Meclis’e danışmanlık yapan Prof. Adem Sözüer, Türkiye’deki “tutuklamaların yüzde 99’unun hukuksuz” olduğunu belirtiyor. (Radikal, 21.01.2013)
Tutuklama sürelerinin uzun tutulması da ayrı bir sorun. AİHM içtihatlarında tutuklama için azami bir süre belirlenmiş değil ama “makul bir süre”yi aşmaması şart. Yargı makamlarından beklenen de her seferinde özgürlük kısıtlamasının hukuka uygun olup olmadığını ayrıntılı bir şekilde değerlendirmeleri ve ona göre karar vermeleri.
Fakat Türkiye’de bir kere tutuklama kararı verildikten sonra, çoğunla genel ifadeler kullanmakla yetiniliyor ve tutukluğun devamı nerdeyse otomatik bir hâl alıyor.
Ama sorun bundan ibaret de değil.
Tutuklamanın ön infaza dönüşmesi hâkimler üzerinde de psikolojik bir baskı yaratıyor. Uzun bir müddet özgürlükten mahrum ettikleri insanlar hakkında beraat kararı vermelerini güçleştiriyor.
Ama buna artık bir son vermek gerek. Çünkü yargılamanın kendisi cezalandırmaya dönüşmüş durumda bu ülkede. Üstelik yargılanmayanları, çocukları da kapsıyor bu cezalandırma.
Tıpkı Solin’in durumunda olduğu gibi…
Hanım’ın bir sonraki duruşması 6 martta. Zeynep, “Bu bir hukuk-mevzuat sorunu değil, bir insanlık sorunu” diyor.
Haklı.
Umarım tez zamanda Solin annesine kavuşur da biz de ülkede hukuktan ve insanlıktan umut kesmeyiz.
Taraf, 08.02.2013