Van’daki konteyner kentte oğlu katledilen anne cenazede acıdan kısılmış sesiyle Kürtçe beddualar okurken… Evinin penceresinden, PKK’lı teröristlerin molotofkokteylleriyle cehenneme döndürdüğü mahallesini izleyen adam, bütün yüreği ile “Allah belanızı versin, Allah belanızı versin” diye bağırırken…
Sen o katillerle sarılıp koklaşabileceksin. Sarılıp koklaştığın, şakalaştığın o insanların sırtlarındaki o silahları kim bilir kaç defa gözbebekleri korkudan büyümüş masum insanlara doğrulttuklarını ve duraksamadan tetiği çektiklerini umursamayacaksın.
İlkesizleşmeye, vicdansızlaşmaya, adalet duygusunu yitirmeye empati deniyor son zamanlarda. Sana uzatılan eldeki kanı göremeyecek kadar körleşeceksin ki “empati kuramamakla” eleştirilmeyesin.
Allaha şükürler olsun ki, benim bu tür bir yeteneğim yok. Bir zamanlar Kenan Evren’in doğum gününde kadeh kaldıranlara karşı ne kadar hırs duyduysam, bugün o katillerle kucaklaşanlara karşı da o kadar hırs duyuyorum. Çünkü, katilin “davasının” ne olduğu beni ilgilendirmiyor. Biri Türkiye’yi kurtarmaya çalışıyormuş, diğeri Kürdistan’ı, hiç fark etmiyor. “Dava“nın kendisi değil, kullanılan yöntem belirliyor her şeyi; insan olmakla cani olmak arasındaki sınırı amaç değil, yöntem çiziyor.
Amaç terörü meşrulaştırmak
BDP’li milletvekillerinin PKK’lılarla yollarının kesişmesinin bir rastlantı olmadığı; bunun planlanmış bir buluşma olduğu belirtiliyor. Demek ki, bu karşılaşmada takındıkları tutumun da öyle spontane bir davranış değil, düşünülmüş taşınılmış bir siyasi hamle olduğunu söyleyebiliriz.
Peki amaçları ne?
BDP, doğacak tepkiyi bile bile neden böyle bir buluşmayı organize etti ve televizyon kameraları önünde teröristlerle sarmaş dolaş oldu?
Ben bunu “terörü meşrulaştırma hamlesi” olarak görüyorum. BDP’liler bu davranışlarıyla kendilerince Türkiye’yi, demokrat kamuoyunu, BDP’nin varlığını sürdürmesine “siyaset yolunun açık kalması” açısından titizlik gösteren demokrat kamuoyunu ve her şeyden önce hukuk devletini açmaza sokmayı hedefliyorlar. Ya onların varlığını da meşru görün ya da bizim meşruiyetimizi kaldırın, demek istiyorlar. Kendilerinin devreden çıkması halinde ortaya çıkacak olan “tek yol silah” tablosundan ayrıca memnun olduklarını tahmin etmek de hiç zor değil.
Hukuku gözden çıkaramayız
Şimdi olacak olanlar belli: Söz konusu milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için yargı harekete geçecek. Bunun üzerine diğer BDP milletvekilleri “Onlarınkini kaldırırsanız biz de istifa ederiz” diye şantaja kalkışacak. BDP’nin parlamento dışında kalması ihtimali üzerine birçok iyi niyetli insan “Eyvah, siyaset yolu kapanıyor” diye paniğe kapılıp yargıdan (yine) “anlayışlı” olmasını isteyecek; “empati” edebiyatı daha da yükselecek…
Böylece nurtopu gibi bir siyasi krizimiz doğacak.
Hazır başlamışken, böyle bir krizde tutumumun ne olacağını şimdiden söyleyerek noktalayayım yazımı:
Benim için Kürt meselesinin parlamento düzeyinde temsil edilmesi; Kürtler için siyaset kapısının açık bırakılması elbette önemlidir. Ama hukuk devletinin varlığını sürdürmesi daha önemlidir.
Teröristi affedebiliriz, kazanmaya çalışabiliriz, terörden vazgeçenlere siyaset kapısını açabiliriz.
Ama terörün meşrulaştırılmasına asla izin veremeyiz.
Eğer Türkiye bir hukuk devletiyse, bu meşrulaştırma gayretini sineye çekemez. Bir milletvekilinin yasalara karşı ağır suç işlemiş kişilerle kameraların önünde sarılıp kucaklaşmasına seyirci kalamaz. Siyasi sonuçları ne olursa olsun, harekete geçmek ve gereğini yapmak durumundadır.
Bugün, 20.08.2012