Önceki hafta Hüsnü M. Özyeğin Vakfı’nın (HMÖV) insan hakları temelinde yoksullukla mücadele için başlattığı Kırsal Kalkınma Projesi kapsamında ‘Engellilik ve Sosyal Girişimcilik’ semineri vermek üzere vakfın davetlisi olarak Bitlis ve Tatvan’a gittim. HMÖV’nın, kalkınma hakkını temel bir insan hakkı olarak nitelendirerek bu haktan yararlanamayan kesimlerin dertlerini yüreğinde hissederek, çözüm üretmek için çıktığı yolda; bölge insanı ile ekonomik ve yaşamsal benzerliklerimin yanı sıra kırsal kalkınmanın ülkenin gelişmesinde oynayacağı rol ve demokratik ‘Açık Toplum’ olma yolunda atılan adımlara katkı sunmak üzere ilk defa memleketim olan ‘Sivas’ tan daha öteye geçme imkanı ve şansı da bulmuş oldum.
EZBERLERİN YIKILMASI ŞART
Doğu/Güneydoğu Anadolu’ya bakışımız; ünlü Filistin doğumlu, ABD’li edebiyat profesörü, aktivist ve teorisyen Edward Said’in ‘Oryantalizim’ kitabında tespit ettiği kısmen de olsa inkarcı bakışın zihinlerimizde bıraktığı travmatik bir izdüşümünden başka bir şey olmasa gerek. Doğu’ya yapmış olduğumuz yolculuk sonucunda, sırtımızda taşıdığımız ve artık gün geçtikçe ağırlaşarak altında ezildiğimiz siyasal, kültürel, ekonomik vs. ‘bagaj’larımızdan da düşünsel anlamda kurtulmamıza neden olmuştur. Doğu hakkındaki düşüncelerimizin temellini oluşturan, anlamlandıran; ‘Batı’nın gözlüklerinden kurtulmamıza işin ‘öz’ünü anlamamıza da katkı sunmuştur. Ve böylece ‘Doğu’ hakkındaki ‘kalıpyargılar’dan yola çıkarak içselleştirdiğimiz ‘önyargılar’dan kurtulmamıza da neden olmuştur. Bu vesileyle; Doğu’yu ‘Batı’nın elitist yaklaşımı ile değerlendirip ‘adam edilmeye muhtaç’ görmek yerine, her kültürün kendi içinde kendi değerleriyle ele alınması gerçekliği yüzümüzde asırların ağırlığıyla bir şamar olarak patlamıştır.
İstanbul’un, Ankara’nın bol yıldızlı otellerin konferans salonları ve lobilerinin göz kamaştırıcı ışıkları altında tartıştığımız ya da tartıştığımızı zannettiğimiz, sorunlara çözüm ürettiğimiz ya da çözüm ürettiğimizi zannettiğimiz, engelli insanın haklarını savunduğumuz ya da zannettiğimiz ortamlardan çıkıp, hayatın kendi içinde bir aktör olmak, Bitlis/Tatvan’ın Kavar Havzası Köylerinde yaşayanların tecrübeleri ve deneyimleri karşısında, ‘Batı’da oluşturduğumuz bütün hipotez/tez ve antitez formüllerini yerle bir etmiştir.
HMÖV davetiyle ‘doğu’ya yapmış olduğumuz yolculuk, hayatın dışında kalarak üretilen ve yapılan her şeyin anlamsız, yetersiz ve boş olduğunu da bizlere göstermiştir. Değişimin ancak, hayatın içinde olarak ve kalarak mümkün olduğunu saha da yaşayarak güçlü bir şekilde bütün benliğimizle hissetmemizi ve bir rüyadan uyanmamızı sağlamıştır.
ACIYI HİSSETTİĞİMİZDE ANLARIZ
Susan Sontag’ın ‘Başkasının acısına bakmak’ kitabından hareketle, Televizyon karşısında, gazetelerde çaresiz ve acı içerisinde kıvranan insanların görüntülerine ve resimlerine sadece bakmak kopan çığlıkları duymamak, insani duruşumuzu da belirginleştirecektir.
Acı; bireyin dünyayla ilişkisini ve dünyayla ilgili deneyimini sorgulayarak, kişisel ve toplumsal anlamların sorgulandığı, bilincin ortaya çıktığı bir algı taşır. Başkalarının acısının şiddetini anlayabilmek, diğerinin çektiği acıyı paylaşabilmek ve hissedebilmek aslında başkasının bedeninin yerine kendi bedenini koymak olarak da algılanabilir. Yani empati yapmak olarak da anlamlandırılabilir.
Burada üzerinde durulması gereken aynı zamanda acının beden üzerinde bıraktığı iz ve o izin düşünsel yaşamda bıraktığı travmadır. Acıyı anlayabilmek, hissedebilmek ve diğerinin acısını uzaktan seyretmek insan olmak ya da olmamakla ilgili durumumuzu da belirginleştirmektedir. Başkasının acısına bakmak insanın tüm boyutlarını özel yaşamı, toplumsal ve kültürel kökleri ama aynı zamanda çevresindeki ilişkilerin kökleriyle ilintilidir.
Asıl derdimiz başkasının acısını anlamak değil, hissetmektir. Başkasının acısına bakmanın, sanat galerisinde sergilenen resimlere bakmaktan daha fazla şey ifade etmektedir. Acılara maruz kalmış bedenlere bakarken, bakmak eyleminden daha fazlasını yaparak nedenlerini araştırmak ve sorunların çözümüne katkı sunmak gibi bir durum söz konusudur. Başkasının acısına bakmak aynı zamanda bir politik duruşu da anlatmaktadır. Baktığımız acıların düşüncemizde şekillenmesi aynı zamanda bakışımızla da ilgilidir. Dünyaya bakışımız, algılayıp yorumlayışımız, bizim acılar karşısındaki duyarlılığımızın şiddetinin göstergesi olabilmektedir.
GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ
Bitlis/Tatvan’da sahada yaşanan pratik ve teorik deneyimleri yaşamsal ve düşünsel dünyamıza taşıyamadığımız sürece, sorunların tespiti, çözüm önerileri ve yöntemleri başarısız olmaya mahkumdur. Bitlis/Tatvan Kavar Havzası Köylerin de gördüğümüz, tekerlekli sandalyeli, asalı, koltuk değnekli engelli arkadaşlarımın bölgenin sıcak siyasi iklimi ve çetin çoğrafi koşullarına rağmen toplantımıza göstermiş oldukları yoğun ilgi ve katkı ve gözlerinde ki ‘umut’, ‘güzel, güneşli günler göreceğimize’ olan inancımızı pekiştirmiştir.
İçselleştirdiğimiz ‘önyargı’larımıza rağmen, hangi coğrafya da yaşarsak yaşayalım, hangi etnik, dinsel, dilsel, sosyal-kültürel değerlere sahip olursak olalım; tekerlekli sandalyelerimizle, asalarımızla, koltuk değneklerimizle aynı kaderi paylaşıyoruz.
Barış içerisin birlikte yaşamak için, bir diğerini kendimize benzetmek yerine, farklılıklarımızı kabul etmekle mümkündür. Aslında hepimiz karşımızdakine göre ‘öteki’yiz dir. ‘Öteki’ olanın ‘öteki’nin acısına bakmak yerine, ‘öteki’nin acısını yüreğinde hissetmelidir. İnsan hakları aktivistlerinin insanın insanileştirilmesi gibi zor ve evrensel bir görevi vardır. Acıları, insan hakları penceresinden bakarak ve insan hakları için politikayı ön plana çıkararak dindirebiliriz. Aksi takdirde yarın bakılan olmayacağımızın garantisi yoktur.
Yeni Şafak, 06.08.2012