Kadına şiddetle mücadelede “erkeğin eğitimine” bel bağlayanlar için kötü bir haberim var:
Türkiye’nin en büyük online araştırma şirketlerinden DORinsight, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Çalışan-Eğitimli Kadına Yönelik Şiddet konulu bir araştırma gerçekleştirmiş. Araştırmaya 81 ilden 20 yaş üzeri 3 bin 100 üniversite mezunu kadın katılmış. Üniversite mezunu bu kadınların yüzde 45’i fiziksel şiddet gördüklerini söylemişler. Peki onlara dayak atan erkeklerin eğitim durumu? Yüzde 57’si üniversite ve üzeri eğitime sahipmiş…
Demek ki neymiş: Dayak yemenin ya da dayak atmanın eğitim düzeyi ile bir ilgisi yokmuş. Üniversite bitirmek ne kadınları dayak yemekten ne de erkekleri “dayakçı koca” olmaktan kurtarabiliyormuş.
Araştırma, aslında bizim çok iyi bildiğimiz bir başka sonucu daha gözler önüne seriyor: Meslek sahibi kadınlar, maruz kaldıkları şiddeti dillendirmeye utanıyorlar. Eşlerden görülen şiddeti ailelerine anlatabilenlerin oranı sadece %28. Eşleri veya sevgilileri tarafından uygulanan şiddeti hiç kimseyle paylaşmayanların oranı ise yaklaşık %40.
Buradan da anlıyoruz ki kadınları “kocasından dayak yiyenler” ve “yemeyenler” diye ayırmak doğru değil. Evliliği boyunca fiske yememiş olanların sayısı o kadar az ki istatistiki olarak ihmal edilebilir. Aslında kadınlar, “yedikleri dayaktan utananlar” ve “utanmayanlar” olmak üzere ikiye ayrılır. Ve bu araştırmada tespit edilen yüzde 45, sadece “utanmayanlar” grubuna dahil olanlardır. Şimdiye kadar yapılan hiçbir anket, hiçbir istatistik çalışması, “utananlar” grubunu ortaya çıkarmayı becerememiştir. O grup, kocasından yediği tokatları, hayatının en büyük sırrı olarak ömür boyu saklayacak, hiçbir anket tekniği, hiçbir çapraz soru hilesi, bu sırrı onun ağzından alamayacaktır.
“Ben de dayak yedim” deme zamanı
Ben her zaman, yediği dayağı bir günah gibi saklayan bu kadın grubunun durumunu yediği dayağı açıkça söyleyebilen kadınlardan daha acıklı bulmuşumdur. Dayaklar arasında bir ayrım yapmak insafsızlık gibi gelebilir çoğunuza ama bir de şöyle düşünün: Yediği dayağı utanmadan ortaya koyabilen kadın kendisine haksızlık yapılan sıradan bir mağdurdur. Bedeni incinse, kemikleri kırılsa da, bu sırrı kara bir leke gibi benliğinde taşımadığı için ruhu küçük sıyrıklarla atlatır vartayı. Öteki ise kişiliğine indirilmiş o tek tokatla, evliliğiyle ilgili kurduğu güzel hayallerin, o kağıttan şatonun yıkılışına tanık olur. Yıllardır özene bezene geliştirdiği benliği, herkesinkinden farklı sandığı evliliği o tek tokatla tuz buz olmuştur.
Bu o kadar ağır bir travmadır ki, bir şekilde, bir kendini koruma mekanizmasının devreye girmesi gerekir. O kadın ne yapıp etmeli, kendi dayak yiyişini başka dayaklardan ayıran farklar bulmalı: “Bizim evliliğimiz farklı” inancını koruyabilmesine yardımcı olacak özgün bir teori icat etmelidir.
Böyle durumlarda, en sık başvurulan teori, “buhran” teorisidir. “Bir buhran anıydı, aklını oynatmıştı, sanki başka bir insandı, yoksa vurur muydu” denir. Tokadı vuran o adamın, sevilen ve “bizimki bambaşka olacak” vaatleriyle evlenilen adam olduğu inkâr edilir.
Kimi zaman, eşitlikçi teoriler yetişir imdada. “Bu insani bir tepkiydi, bu defa tesadüfen ondan geldi, aynı durumda pekâlâ ben de ona vurabilirdim ya da yarın vurabilirim” denir.
Bütün bunlar bir işe yaramazsa, o zaman tek çare kalır geriye… O tokadı bilincin yedi kat altına; hiçbir anketin, hiçbir sarhoşluk anının, hiçbir sıcak dost sohbetinin bile çekip çıkaramayacağı kadar derin bir yerlere gömmek…
Dikkat ederseniz, üst sosyokültürel gruptan kadınların evliliklerinde dayak yediklerini genellikle o evlilik boşanmayla sonuçlandıktan ve üzerinden yıllar geçtikten sonra öğreniriz.
Ancak kendi evlilikleriyle ilgili kurdukları bütün hayaller yıkıldıktan, yaşadıkları deneyimin son derece sıradan bir deneyim, gördükleri şiddetin bütün diğer kadınlarınkinden hiçbir farkı olmayan “basbayağı dayak” olduğunu içlerine sindirdikten ve dayağın yiyeni değil, atanı aşağıladığını anladıktan sonra…
Ancak o zaman, yüreklerinin ortasına oturan o ukdeyi oradan çekip çıkarabilir ve kendilerini aşağılamadan konuşabilirler: “Ben de dayak yedim…”