Enis Berberoğlu’nun cezaya çarptırılıp, Yargıtay aşaması beklenmeden tutuklanarak cezaevine gönderilmesi sonucu, çok acil toplanan CHP Parti Meclisi, Ankara’dan İstanbul’a kadar “adalet” yürüyüşü yapmaya karar verdi. Bu yazının yazıldığı gün yürüyüş 16. günündeydi ve Hendek’e varılmıştı.
Mahkûmiyet kararından sonra toplanan ve 2 saat içinde karar verilip ertesi gün pratiğe dökülen yürüyüş için oldukça hazırlıklı olunduğu görülüyor. Pankartlar, t-shirtler, şapkalar, karavanlar gibi hazırlık gerektiren ihtiyaçlar eksiksiz hazırlanmış ve yola çıkılmış. Hatta 9. günde epey kalın bir kitap bile piyasaya çıktı. (Bu arada kitabı yazanın müteşebbis ruhuna hayran kaldım)
Bugüne kadar yürüyüş olaysız sürdü çok şükür. Ama değişik mecralarda, yürüyüşün bundan sonraki kısmı ve sonu için çok karamsar, hatta tehlikeli senaryolardan bahsediliyor. Planlanan takvimin son haftasıyla, 15 Temmuz anma ve kutlama haftasının aynı tarihe denk gelmesi ister istemez bazı insanları ürkütüyor, belki bazılarının da iştahını kabartıyor. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun hem yürüyüşün başından beri sakin tavrı, hem de son iki gün içindeki “protestolara alkışlarla cevap verme” taktiği, kendi açısından avantaj sağlıyor.
Devletin yürüyüşün güvenliğini sağlamak için gerekli tedbirleri aldığını da belirtmek lazım. Her ne kadar hükümet çevresinden yürüyüşle ilgili pek hoş olmayan (“hükümetin lütfu sayesinde yürüyorsunuz” gibi) şeyler söylenmiş olsa da, güvenlik konusunda zafiyet gösterilmemesi de takdire şayan bir davranış. Polis bölgesinde polis, jandarma bölgesinde jandarma, liderin çevresinde koruma polisleri, yürüyüşün başından beri görevlerini eksiksiz yapıyorlar. Sanırım yürüyüşün bundan sonraki kısmında, yani finale doğru daha üst düzey tedbirler de almak gerekecektir. Alınacaktır da.
Yürüyüş demokratik bir hak. Yeter ki yürüyüşe katılmayanların hakları zayi edilmesin, şiddete fırsat verilmesin. Şiddete fırsat vermemek sadece yürüyüşe katılanların görevi veya başarabileceği bir şey değil. En az onlar kadar, belki de daha fazla, dışarıdakilerin, yürüyüşe katılmayanların, karşı olanların, iktidar kesiminin davranışlarıyla, çabalarıyla gerçekleştirilebilecek bir başarı. Yürüyüş hak olduğu kadar, protesto da hak. Onun da şiddet içermemesi şart. Mesela rabia/bozkurt işareti yapmak, Cumhurbaşkanı’nın resmini asmak, göstermek, belki sataşmak kabul edilebilir protesto şekilleri. Ama konaklayan grubun yakınına bir kamyon hayvan gübresi dökmek (gerçi yaratıcı bir eylem olmuş ama), geçecekleri yola mermi çekirdeği bırakmak, şu ana kadarki protesto dozunu bir tık artıran davranışlar olmuş. Bundan sonrası ne olabilir? İnşallah ürkütücü şeyler olmaz.
Benim asıl değinmek istediğim başka bir şey var. Bu yürüyüş yapılmalı mı? İçerik açısından katılmasak bile yapılmalı. Değişik gerekçelerle engellenmeli mi? Kesinlikle hayır. Bu yürüyüşe mutlak destek verenler, katılamasa bile bulundukları yerden katılmış gibi heyecanlananlarla, karşı olanların sayılarının toplamı, Türkiye genelinde birkaç milyonu bulmaz. Geri kalan büyük grup, belki haberlerde, belki gazetelerde, kahve ortamlarında aldıkları haberlerle konu hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Yürüyüşün gelişimi, sebebi, muhtemel sonuçları konusunda çok da ilgili değiller. Şayet hiçbir olay olmadan yürüyüş sonlanırsa (gönül bunu arzu eder) hayat aynı monotonluğuyla devam eder. Ancak, eğer istenmeyen olaylar olursa, işte o düşük ilgili çoğunluğun algılayıcıları, dikkatleri hemen bu olayın üzerine çevrilir ve o güne hiç ilgilenmedikleri konunun bütün aşamaları hakkında bilgi sahibi olurlar. Kendi bakış açılarından haklıyı ve haksızı, doğru yapanı, yanlış yapanı belirleyecekler. Kendilerine göre haklı ve mağdur bulduklarına hak verecekler. Acıyacaklar. Haksız bulduklarına ise kızacaklar, cezalandırmak isteyecekler.
Bu durumda, işin sonunda kim kârlı çıkmak istiyorsa, bu süre zarfında sinirlerine hâkim olmalı. Karşısındakinin davranışının bir derece daha fazla sakini, olumlu, pozitif, yumuşak olanını göstermeli. Tahriklere kapılmamalı. Yürüyüşe karşı olanların yapacağı en güzel şey, sanki günlük trafik akıyormuş gibi davranmalı. Yani nasıl akan araç trafiğini, yol kenarına geçip seyretmiyorlarsa, yaya trafiğini de seyretmeye çıkmamalı. Yol kenarından en az bir cadde arka tarafta bulunmalı. En masumane seyircilik bile, hiç istenmeyen olaylara sebep olabilir. İnsan hiç fark etmeden kendini çok büyük bir felaketin içinde bulabilir.
Yürüyüş yapanların, “tahriklere aldırmayacağız, alkışla karşılık vereceğiz” sözleri bile aslında birer tahrik habercisi. “Hadi siz gelin, bizi tahrik edin bakın biz ne kadar sakiniz, sizi alkışlayabiliriz bile” demeye getiriliyor. Bu oyuna da gelinmemeli. Hükümet, fiiliyatta yaptığı gibi, ta başından “yürüyün, bu sizin en doğal hakkınız, bizim görevimiz, sizin güvenliğinizi sağlamak” deseydi, tansiyon bugünkü kadar dahi yükselmezdi. Hükümetten biraz sert dozajlı açıklamalar geldikçe, yürüyüşün cazibesi, böyle bir ortamı dört gözle bekleyenler nezdinde yükseldi. Bekledikleri fırsat doğacak diye, asıl bugünden sonra ellerini ovuşturup bekliyorlar.
Bu yürüyüşten hoşlanmayanlar, güvenlik güçlerinin çok üst düzey tedbirler alacağı finalde, mümkünse hiç ortalarda görünmemeli, böylece güvenlik güçlerine yardımcı olmalı, karşılıklı çatışma için gerekli olan iki taraftan birinin sahasını boş bırakmalı ki, hemen o günlerde başlayacak olan 15 Temmuz kutlama ve anmalarının tadına varılsın.