Bazı akademisyenlerin imzaladığı adına “Barış Bildirisi” ya da “Bu Suça Ortak Olmayacağız” dedikleri bildiri haksızdı; iddia ettikleri gibi barışa ve adalete hizmet edecek bir içeriğe de sahip değildi. Çünkü taraflara karşı hem eşit bir mesafeleri yoktu hem de adil ve hakkaniyetli bir içeriğe sahip değildi. Bir tarafı tuhaf bir şekilde katliam yapmakla suçlarken diğer tarafa ise tek bir satır, barış adına bir sorumluluk alma gereği bile olsa bir sözleri bulunmuyordu.
Evet, katliam iddiası tuhaftır; çünkü literatür katliamı kendisini savunma imkânı olmayan insanları özellikle siyasî dinî etnik sebepler ile öldürme, imha etme olarak değerlendirir. Hendek sürecinde yaşananlara bakıldığında olanları bir katliam vakası üzerinden tanımlamak gerçekçi değildi. Nitekim çok açık bir şekilde bir takım hedeflere ulaşmak için planlı programlı bir silahlı fiil söz konusuydu. Böyle bir gruba karşı devlet silahlı güç kullanır; kullanmasında da bir anormallik yoktur. Bu güç kullanılırken orantılı olması gerekliliği savunulmalıdır. Keyfiyetçi yaklaşımların, ihmallerin, görevi kötüye kullanmanın engellenmesi, soruşturulması ya da cezalandırılması hükümetin sorumluluğudur. Bunları talep etmek hükümete bu sorumluluğu hatırlatmak ile “katliam yaptılar” demek arasında ciddi bir fark var. Bu aynı zamanda ortaya konan çabanın heba olmasına da sebep olur; nitekim oldu.
İlgili bildiri devlete çeşitli telkinlerde bulunurken PKK ya da onlara ulaşabilecek yakın kurumlara herhangi bir telkinde bulunmuyordu. Diğer taraftan ilgili telkinlerinin bile gerçekleşme şansı yoktu. Çünkü bildirilerinde değinmedikleri tarafın politikası ve tercih ettikleri yol ve yöntemler ile söylemleri bu telkinlerin gerçekleşememesi için yeteri kadar güçlüydü. Örneğin “…hükümetin Kürt siyasî iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturması…” talebi PKK’nın ilan ettiği “amacımız cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve AK Parti iktidarını devirmek” koşullarında nasıl hayat bulacaktı? Ya da ilk günlerde Figen Yüksekdağ başkanlığındaki HDP heyeti ile görüşen Mesut Barzani’ye “… Halkın devletle de bir sorunu yoktur, sorun AKP ve Saray’dır. AKP istifa edene kadar sokaklarda direnmeye devam edeceğiz” diyen bir irade ile yol almak nasıl mümkün olacaktı? Muhatabını yok etmeyi kafasına koyan siyasî hedefler mahkûm edilmeden hükümetten “Kürd iradesi” ile yol haritası talep etmenin bir gerçekliği olmadığı çok açıktı.
İfade ettikleri gibi bütün bunları “barış adına sorumluluk” adına yapmışlardı. Ama barışa hizmet edebilecek asgari koşulları taşıyan bir materyal olmaktan çok uzaktı.
Ama her şeye rağmen bir suç teşkil etmiyordu. Kimseyi hendek kazmaya, silahlanmaya, karakol basmaya yani suça ve şiddete davet etmiyordu. “Bunlar PKK’yi, şiddeti, hendekleri savunuyor” gibi tepkiler de oldu; ama kabul etmek gerekir ki bunlar da haksızdı. Bu akademisyenlerden benim tanıdıklarım açık bir şekilde PKK şiddetini eleştiriyordu.
Tepkiler üzerine imzacılar “neden PKK’yi muhatap alalım ki” şeklinde savunmaya çalışıyorlardı, kendilerini. Çok basit bir şekilde çürütülecek ahlâken de mahkûm edilecek söylemlerdi, bunlar.
Ne zaman ki Cumhurbaşkanı devreye girip “bunun hesabını sorarım” gibi şeyler ifade edince ahlâken tartışılıp ve mahkûm edilmesi muhtemel olan bir bildiri başka bir mecraya kaydı. Kimileri cumhurbaşkanının tepkisinden görev çıkardı. Bir mafya lideri bile ölüm tehdidinde bulundu. Akademisyenler üzerinde ciddi bir “kamu baskısı” oluştu. Sonuçları itibari ile artık bildiri bildirinin içeriğinden, ahlâkî olmayan ve bir barışa hizmet edemeyecek kadar tutarsız içeriğinden uzak bir mecraya kaymıştı.
OHAL ile çıkarılan KHK’lar ile bu akademisyenler ilk günden beri ihraç edilmeye çalışıldı. Artık tartışılan şey bildirinin haksız, adaletsiz tarafı değil; imzacıların hak etmediği arkasında kamu gücü olan orantısız bir tepki ile karşılaşması oldu.
OHAL “fırsat” bilinip her yeni KHK’de bu akademisyenlerin ihraç edilmesi öncelikle OHAL’ın aslî mücadelesine zarar veriyor. İkincisi OHAL’in aslî amacı başka bir konu olmasaydı da bu akademisyenler böyle bir uygulamayı hak etmiyorlardı.
Keşke kamu otoritesi bu bildirinin fikir piyasasında çürütülmesine izin verseydi. Muhtemelen şimdiye kadar olması gereken tartışmalar olacaktı ve kamuoyu ve taraflar bundan faydalanacaktı.