AKP şimdiye kadar anayasa mevzuunu hep özgürlükçü bir temelde savunuyordu. AKP’ye göre yeni bir anayasanın gayesi, sistemi daha sivil ve demokratik kılmak olmalıydı. Anayasa, insanların hak alanlarını korumalı ve büyütmeliydi. Toplumsal çoğulculuğu tanıyıp onları güvence altına alacak mekanizmaları ihtiva etmeli, merkeziyetçiliği aşındırıp adem-i merkeziyetçiliği güçlendirmeliydi. Şimdi ise bütün bu söylemlerin yerinde yeller esiyor. AKP, MHP’nin politikalarına MHP’den daha fazla sahip çıkan bir performans sergilemeye başlıyor.
MHP, 15 Temmuz’dan sonra ustaca bir siyasi hamle yaptı. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını yürütme tarzının ciddi bir soruna dönüştüğünü belirtti. Fiili durumun yasal ve denetlenebilir bir çerçeveye kavuşması mecburiyetinin altını çizdi. Bu meyanda AKP’nin başkanlık sistemine dair önerisini tartışmaya hazır olduğunu bildirdi.
Herhangi bir talebinin olmadığı bir ortamda MHP’nin yaktığı bu ışık, AKP içinde sevinç yarattığı gibi kafaları da karıştırdı. Abdülkadir Selvi’nin verdiği kulis bilgilerine göre, AKP Meclis grubunun yüzde 90’ı — yani ezici bir çoğunluğu — MHP’nin ansızın gelişen desteğine iştiyakla sahip çıktı. Onlar uzun süredir bekledikleri ve hayati bir önem atfettikleri hükümet sistemi değişikliğinin ancak bu sayede gerçekleşebileceği kanısındaydılar.
Azınlıkta kalan bir kısım AKP’liye göre ise ihtiyatı elden bırakmamak lâzımdı. Bahçeli, parti menfaatini her şeyin üstünde tutan bir siyasi kişilikti. Dolayısıyla Bahçeli’nin uzun vâdede partisinin aleyhine olacağı açık bir sistem değişikliğine omuz vermesi, siyasetin rasyonalitesine uygun düşmüyordu. İşin içinde bir çapanoğlu olabilirdi. Yoksa MHP, başkanlık zaafını kaşıyıp AKP’yi Meclis’te ve/ya sandıkta faka bastırmayı mı hesap ediyordu?
Kurt siyasetçi
Önceleri AKP sıralarında mırıldanma olarak dolaşan bu kuşku en net ifadesini Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’te buldu. Haliyle Bahçeli’yi çok iyi tanıyan Türkeş’e göre, Bahçeli “kurt ve deneyimli bir siyasetçi” idi. MHP’nin 40 milletvekili ile AKP’ye Meclis’te bir zarar vermesinin imkânı yoktu. Ancak MHP’nin vereceği el ile gidilecek bir referandumda alınacak menfi bir netice hem hükümeti hem de cumhurbaşkanını hırpalayabilirdi. Özal’ın yaşadığı sarsıntıyı örnek veriyordu Türkeş:
“Turgut Özal Anavatan Partisi’nin başında ve iktidarda, en güçlü zamanları. ‘Eski siyasetçiler zaman tünelinde kaldı’ dedi ve 1987’de bir referanduma gitti. Özal’ın maksadı ‘Benim cazibem var, iktidardayım, kendi gücümle bunları paketler bitiririm. Ben parti içinde bir talimat verince birinin gidip Demirel’le öbürünün gidip Erbakan’la konuşmasının yolunu kapatayım’ dedi. Referandumda halk yüzde 49.8’e yüzde 50.2 ile eski siyasetçilere siyaset yolunu açtı.
“Bakın bir tehlikeye dikkat çekmeye çalışıyorum. Özal’ın istediği referandumun sonunda ne oldu? Demirel tekrar siyaset sahnesine çıktı, Erbakan çıktı, Türkeş çıktı. Ve rahmetli Özal’ın düşüşü başladı. İktidardaki bir partinin bunu dikkate alması lazım. Referandum genel seçim değildir. 7 Haziran’da yüzde 41 alırsın, 1 Kasım’da yüzde 49.5’e çıkarırsın ve mutlak galipsin. Referandumda aynı yüzde 49.5’u aldığında seçimi kaybettin demektir.”(http://www.hurriyet.com.tr/tugrul-turkes-49-9-secimi-kazandirir-referandumu-kaybettirir-40290149)
“Kafatasçı” dediği bir partiyle can ciğer kuzu sarması olma
Peki, AKP halk oylamasından galip çıkmazsa ne olur? Türkeş’e göre bu durum iki sonuç doğurur: Biri, önerisi halk tarafından reddedilen hükümetin siyaseten seçime gitme mecburiyetinin doğmasıdır. Diğeri ise, cumhurbaşkanının yasallığının ve meşruluğunun kamuoyunda tekrar tartışmaya açılacak olmasıdır. İktidar bütün bu ihtimalleri ince eleyip sık dokumak ve kurulan tuzaklara karşı dikkatli olmak zorundadır.
Türkeş muhtemel tuzaklara dikkat çekiyor. Son Yıldırım-Bahçeli buluşmasından sonra, AKP ve MHP’nin artık bir metin üzerinde mutabakata vardıkları söylenebilir. İki partinin anlaştıkları metnin önce Meclisten, ardından halktan onay alıp alamayacağını; ortak önerinin reddi durumunda ise iktidarın hangi açmazların içine düşeceğini zaman gösterecek; bu konular hakkında ileride çok konuşuluyor olacak.
Fakat tüm bunlardan önce üzerinde durulması gereken bir hal var. O da MHP ile yakın temasın AKP bünyesine nasıl bir tesirde bulunduğudur. Acaba, daha yakın bir zamana kadar “kafatasçı” ve “ırkçı” olmakla itham ettiği bir partiyle can ciğer kuzu sarması olacak kadar sıcak bir ilişkiye girmek, AKP’de ne tür tahribat yaratacak?
Hemen belirtelim; burada bir tuzak ya da kandırılma yok. Aksine, AKP’nin bile isteye yaptığı bir tercih var. Ve bu bilinçli tercih AKP’nin siyasetine (gelecekte olabilecekleri bir yana koyalım) şimdi, hâlihazırda ciddi zarar veriyor. Dolayısıyla gelecekteki muhtemel tuzaklardan ziyade şimdiki mevcut tehlikelere odaklanmak daha doğru olur.
MHP’lileşen AKP
Tehlike iki yönlü. Biri, AKP’nin demokratik iddialarından vazgeçmesi. AKP şimdiye kadar anayasa mevzuunu hep özgürlükçü bir temelde savunuyordu. AKP’ye göre yeni bir anayasanın gayesi, sistemi daha sivil ve demokratik kılmak olmalıydı. Anayasa, insanların hak alanlarını korumalı ve büyütmeliydi. Toplumsal çoğulculuğu tanıyıp onları güvence altına alacak mekanizmaları ihtiva etmeli, merkeziyetçiliği aşındırıp adem-i merkeziyetçiliği güçlendirmeliydi.
Şimdi ise bütün bu söylemlerin yerinde yeller esiyor. AKP, MHP’nin hassasiyetlerini azami düzeyde gözetiyor. Hattâ MHP’nin politikalarına MHP’den daha fazla sahip çıkan bir performans sergiliyor. Yani AKP giderek MHP’lileşiyor. Artık AKP anayasanın değiştirilemeyen ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerini bir sorun olarak görmüyor. Anadilde eğitimin yanından bile geçmiyor. Etnik vurguya dayanan vatandaşlık tanımından bir rahatsızlık hissetmiyor. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin sözünü dahi etmiyor. Böylece AKP, MHP’nin mihmandarlığında haktan, hukuktan ve demokratik değerlerden her geçen gün daha çok uzaklaşıyor.
Tehlikenin diğer yönü ise, Kürt meselesi ile irtibatlı. Çözüm sürecinde “Her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık” diyen AKP, bugün milliyetçiliğin bayraktarlığını üstleniyor. Milliyetçilik gazının pedalına abandıkça da, Kürt meselesinin demokratik ve siyasi çözümünü arkasında bırakıyor. AKP kerameti kendinden menkul bir “yerlilik” ve “millilik” duvarını yükselttiği oranda, Kürtlere söyleyebileceği sözlerin sayısını da azaltıyor.
Zaten milliyetçiliğe demir atmış ve MHP’den bir tık ileride duran bir AKP’nin Kürtlere söyleyeceği ne olabilir ki?
SERBESTİYET,