Yeni anayasa, yeni kurgu

Siyasi toplumlar nasıl kapsayıcı olurlar? Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Çağlara, kültürlere, anlayışlara, tarihsel özelliklere göre Farklı toplumsal yapıların siyasi yapılarını pekiştirmeleri ve toplumsal birliklerini sağlamaları farklı yöntemlerle gerçekleşmiş.

Ulus devletler çağından önce, imparatorluklar oldukça esnek yapıları içinde refah, güvenlik ya da adalet üzerine inşa ettikleri sistemlerde farklı etnik köken, kültür ve dinden oluşan topluluklar içinde bir birliktelik duygusu oluşturabilmişler.

Ulus devletler çağında ise objektif ya da sübjektif tanımlardan hareketle kurgulanan ulus temel birleştirici bağ olmuş. Britanya gibi İmparatorluk mirasına sahip kimi topluluklar etnik benzeşime dayalı bir kurgu yerine ortak refaha dayalı bir düzeni hareket noktası olarak alırlarken, Almanya, İtalya gibi etnik yapı bakımından benzeşen topluluklar bu yapıları içinde etnik referansları olan bir birliktelik kurgusu oluşturmuşlar.

Günümüzde, küreselleşen dünya, toplumların dokusunu, sosyal ve iktisadi ilişkilerde eşi benzeri görülmeyen hareketlilik ve göç gibi nedenlerle yeniden şekillendiriyor. Öte yandan, artık ulus devletler birlikler oluşturmak suretiyle daha geniş bir coğrafyaya, dolayısıyla da çeşitliliğe dayalı siyasi yapılar kurma yoluna gidiyor. Bu gelişmeler, özellikle etnik homojenliği ön plana çıkaran siyasi toplulukların bocalamasına neden oluyor. Batı toplumlarının bir kısmında gözlemlediğimiz içe kapanma, yabancı düşmanlığı, geçmişe özlem gibi sosyal psikolojik tepkiler bu alışamama durumunu iyi yansıtan göstergeler.

Siyasi toplulukların birliklerini oluşturma felsefeleri toplumsal doku, kültür ve zaman üçgeninde şekillenmeye devam ediyor.

Acaba bu tablo içinde Türkiye nerede durmakta?

Bir imparatorluk mirasına sahip olan Türkiye kendi siyasi toplumunu inşa ederken iki düşünce arasında sıkışmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca hâkim olan görüş, farklı etnik, dini ve kültürel yapıları daha ademi-merkeziyetçi bir şekilde bir birlikteliğe kavuşturmak iken, 1924 Anayasası homojen bir ulus kurgusunu esas almıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca devlet, kendi mirası ile uyumlu olmayan bir siyasi toplum kurgusunu topluma hiyerarşik olarak kabul ettirmeye çalışmış, bu amaçla geniş toplum kesimlerini dışlamaktan çekinmemiştir.

Benzer örnekleri başka ülkelerde de bulmak mümkün. Örneğin Arap devletlerinin çoğu, toplumun çoğulcu yapısından değil, çok dar bir Arap milliyetçiliği üzerinden siyasi toplumlarını inşa yoluna gitmişlerdir.

Ulus inşa kurguları incelenecek olursa, ortak refahı vurgulayan örnekler daha az dışlayıcı oldukları gibi, bu anlayış etnik, kültürel ve dini bakımlardan tarihsel olarak çeşitliğe sahip toplumsal yapıların modern devlet sistemlerine geçişini kolaylaştıran bir olgudur.

Türkiye geleceğine bakarken doksan yıllık uygulamasını olumlu ve olumsuz yönleriyle değerlendirmelidir. Demokrasi, hukuk devleti gibi Cumhuriyetin önemli kazanımları muhafaza edilir ve daha da pekiştirilirken, dışlayıcı, çoğulculuğu reddeden, kendi mirasını görmezden gelen anlayış ve uygulamalar sorgulanmalıdır.

Eğer bugün yeni bir anayasadan bahsediyorsak, bu anayasanın sadece sivil güçlerin ve demokratik yöntemlerin ürünü olmasını değil, felsefesini, dışlanmış tüm toplum kesimlerini yeni bir uzlaşı etrafında toplayabilmek için hangi ilke ve kuralları içereceğini de konuşmalıyız. Aksi halde, geçmişin demokratik olmayan izlerini şeklen silerken, özdeki anlayışı ortadan kaldırmamış, gölgesini üzerimizden atmamış oluruz.

Yeni anayasa içeriği ile de toplumun tüm kesimlerinin özlem duyduğu özgürlüğe alan açmalı, geleceğe ışık tutmalı, daha güçlü bir siyasi birlikteliğin müjdecisi olmalıdır.

Yeni Yüzyıl, 23.04.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et