BDP’nin “Bağımsız” vekillerinden Altan Tan, Radikal’den Ezgi Başaran’a bir röportaj vermiş. “Ümmetçi kalınabilseydi Kürt sorunu çözülürdü” manşetli söyleşide, Sayın Tan, özetle şöyle demiş:
“İktidarın sahibi olan Müslüman Türkler ümmetçi kalabilselerdi, her şey farklı olabilirdi… Başta Kürt sorunu olmak üzere bütün sorunlar çözülürdü.”
Bu, o kadar genelleyici bir tonda olmasa da, benim de katıldığım bir görüş. Çünkü ben de Kürt Sorunu’nun kökenindeki en büyük kırılmanın Kemalist Tek Parti rejimi olduğunu düşünüyorum. Bu rejimin Osmanlı’dan yadigar “İslam milleti”ni zorla ve asimilasyonla “Türk milleti”ne dönüştürmeye kalkması, dahası Türklüğün kökenini de pagan Orta Asya’da ve “asil kan”da araması, bence de Kürt sorununu doğuran en büyük faktör oldu.
Bu Kemalist dayatma olmasa da modernleşme dinamikleri bir Kürt sorunu üretecekti belki, ama daha hafif, daha az travmatik bir mesele olacaktı bu.
Öte yandan Altan Tan’ın Türkiye’deki muhafazakar geleneğe getirdiği Kemalizm’den etkilenme eleştirisini de kısmen haklı buldum. Çünkü söz konusu gelenek, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in özlü ifadesiyle, “kardeşlik hukuku” yerine “kardeşlik edebiyatı” yaptı uzun süre. Buna da amenna.
Kosova mı dediniz?
Gelgelelim, Altan Tan’ın Şanlıurfa’da düzenlenen BDP mitinginde yaptığı ve “Kosova modeli”nden söz ettiği konuşmaya hiç mi hiç katılmadım. Dahası, dediklerini duyunca, Altan Tan’ın pek de “ümmetçi” olmayabileceğini düşünmeye başladım.
Çünkü Sayın Tan, “Ya hakkımızı alarak kardeşçe birlikte yaşayacağız, veyahut da bu işin sonu hiç iyi olmayacak” gibi tehditvari sözler içeren konuşmasında, Kürtlerin durumunu üç ayrı örneğe benzetmiş: Kosovalı Arnavutlar, Bosna-Hersek ve Çeçenler.
Dikkat çekici olan, bu üç ayrı örneğin de, aralarında din bağı olmayan halklarla ilgili olması: Kosova’da Müslüman Arnavutlarla Ortodoks Sırplar, Bosna’da Müslüman Boşnaklarla yine Ortodoks Sırplar, Çeçenistan’da ise Müslüman Çeçenler ile Ortodoks Ruslar çatıştı.
Din bağının yokluğunun bu topraklardaki anlamı ise, kaynaşma yokluğudur. Yani Kosova örneğiyle konuşursak, Arnavutlar ile Sırplar arasında ortak mabedler, karışık evlilikler ve “kardeşlik duygusu” yoktur. Kosovalılar, o yüzden Sırplarla aynı milletten olamazlardı ve nitekim ilk fırsatta onlardan ayrıldılar.
Bu misalleri Türkiye’ye örnek göstermek içinse, Türkler ile Kürtler arasındaki ortak İslam bağını ve onun sağladığı büyük entegrasyonu görmezden gelmek gerekir. Yani, meseleye “ümmetçi” değil, sonuna kadar “etnik milliyetçi” bakmak gerekir.
Üç tarz-ı siyaset
Bir zamandır Kürt meselesine bakışta kabaca “üç tarz-ı siyaset” olduğunu düşünüyor bunu yazmayı planlıyordum ki, bu yazı vesile oldu.
Bunlardan ilki, Kemalizmin ürettiği (ve MHP’nin de ne hikmetse sahiplendiği) “ne mutlu Türküm diyene” siyasetidir. Kürtler, bir şekilde Türkleştirilmelidir.
İkinci siyaset, Kürt kimliğine saygı gösterir, ama bunu çoğulcu bir “Türkiye milleti”ne dahil görür. Liberaller bunun siyasi formülünü, muhafazakârlar ise İslam’dan ve Osmanlı’dan gelen kültürel kodlarını temsil ediyor.
Üçüncü tarz-ı siyaset ise, etnik milliyetçiliktir ki, bir tarafta PKK/BDP hareketi, diğer tarafta da marjinal Türk ırkçıları tarafından temsil ediliyor. Buna göre Türkler ve Kürtler, ayrı “kaderleri” olan iki ayrı halktır. Aralarındaki bağlar, teferruattır. Hatta belki de bir “yanlış bilinçlenme” halidir.
“Ben ümmetçiyim” diyen bir adamın ise, bu üç tarz-ı siyasetin ne birincisine ne de üçüncüsüne itibar etmesi beklenir. Oysa Altan Tan, kusura bakmasın, giderek üçüncüsünün sözcüsü gibi duruyor.
Star, 13.07.2011