Engellinin insan hakları için politika geliştirmek ve ayrımcılığa karşı olmak, ilk başta engellilere yönelik kullanılan dil ile mücadele etmekten geçmektedir. Kamuoyunda geniş yer bulan; engellilerin işe yaramaz, beceriksiz, yeteneksiz, niteliksiz, asalak, işlenen günahların nedeni gibi önyargıları yıkmak, engelli insana yönelik ayrımcılıkla da mücadelenin temelini oluşturmaktadır. Günlük yaşamımızda kullandığımız kelimeler, deyimler, kavramlar yeniden gözden geçirilmeli, engellileri rencide eden, küçük düşüren söyleme karşı farkındalık çalışmaları yapılmalıdır.
Basın-yayın kuruluşları, eğitim kurumları ve Türk Dil Kurumu ile birlikte ayrımcı söyleme neden olan (körler sağırlar birbirini ağırlar, kör topal gidiyor, sağır duymaz uydurur gibi) deyimlerin kullanılmasına ve kullandırılmasına karşı etkinlikler düzenlenmeli. Hatta bilgilendirme çalışmaları ilk önce bu kurum ve kuruluşlardan başlamalıdır. Engellilerin insan onuruna saygıyı vurgulayacak ve incitmeyecek bir insan hakları dili oluşturulmalıdır.
İnsan hakları mücadelesinin gelişimi ile birlikte, bir insan hakkı dili de gelişmektedir. Olaylar, nesneler, kişiler bu söyleme göre yeniden kavramsallaştırılmakta ve söyleme dönüşmektedir. Engellilerin nasıl tarif edildiği değil, engellilerin kendilerini nasıl tarif ettikleri önemlidir. İnsan hakları mücadelesi ve söylemi, engelli mücadelesine de yansımakta, engelli hareketini de etkilemektedir. Daha önce kurulan derneklerde kullanılan isimlere bakıldığında, sakatları korumak, sakatları yaşatmak, gibi isimler kullanılmaktaydı. Bugün ise engellinin insan hakları, engelli hakları gibi isimler ön plana çıkmakta, tam da insan hakları söylemine denk düşmektedir.
Engellilere yönelik kavramlara Türk Dil Kurumu sözlüğü üzerinden baktığımızda,
Sakat: Vücudunda hasta veya eksik bir yanı olan, engelli, özürlü
Özürlü: Kusuru olan, defolu: Özürlü kumaş
Engelli: Engeli olan, mânialı
Sakat ve özürlü kavramlarının neyin nasıl anlattığı akademik olarak tartışılabilir. Ama “toplumsal engellilik” açısından ele alındığında, toplumun gözünde sakat ve özürlü kavramlarının yaratmış olduğu bir algılama biçimi olduğu ve bu algılanış biçiminin de engellileri suçlayan, dışlayan, yok sayan bir sonuç doğurduğunu bilmekte ve yaşamaktayız. Yıllarca Türk Medeni Kanunu’nda kullanılan ve evlilik cüzdanlarında yazan “karı” kelimesi kadın hareketi ve kadınlar için ne anlam ifade ediyor ve onları nasıl incitiyorsa. Sakat ve özürlü kelimeleri de engelliler için aynı şeyleri ifade etmekte ve incitmektedir. Engelli hareketlerinin son dönemde ısrarla bu söyleme karşı olmasına, akademik çalışmalarda genellikle bu kavramların artık kullanılmamasına rağmen, hâlâ gündemde olduğu görülmektedir. Buradan TC Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’na bir çağrı yapmak istiyorum, gelin engelliliğe dayalı ayrımcılıkla mücadelenin ilk adımı olarak isminizde bulunan “özürlü” kelimesini kaldıralım.
Toplumsal yaşamın dışında kalmak
Engelliler, yaşamın birçok alanından bazen direkt bazen ise dolaylı olarak dışlanmaktadırlar. Bir haktan yararlanamaması diğer haklardan da faydalanmasını etkilemekte, bir zincirin halkası gibi birbirine eklemlenmektedir. Fizikî engellerden dolayı evinden çıkamayacak, okula gidip eğitim hakkından yararlanamayacak, eğitim alamadığı için istihdamın dışında kalacak, istihdamın dışında kaldığından sosyal güvenlik hakkından faydalanamayacak, sosyal güvenliğin dışında kaldığından ise sağlık hakkını kullanamayacaktır. Eğitim, erişim ve istihdam hakkını savunmak engelli ayrımcılığına karşı mücadelenin temel taşlarından bazılarıdır.
Engelli bireyin çalışıp ekonomik özgürlüğünü kazanması, eşit bireyler olarak topluma katılmasına ve bağımlılıktan da kurtulmasına neden olacaktır. Aynı zamanda çalışma sadece para kazanmanın bir aracı değil, sosyalleşmenin ve sosyalleşerek insanileşmenin de bir aracıdır. Çalışan birey toplumsal hayata dahil olur ve diğer insanlarla iletişim kurar.
Ülkemizde uygulanan, 50 kişi ve üzerinde kişi çalıştıran kamu ve özel kurumların yüzde 3 engelli istihdam etme zorunluluğu, uygulama açısından bir dolaylı ayrımcılığa dönüşmektedir. Mesela engelli bir bireyin yalnızca engelli iş taleplerine başvurmak zorunda olmaları, yüzde 97′lik istihdamın dışında kalmalarına neden olmaktadır. Engelliler ile ilgili yapılan çağrıların, genellikle temizlik, paketleme, yapıştırma, yük taşıma gibi vasıfsız, beden işine dayalı olması, terfi etmeye kapalı olması sıkça karşılaşılan sorunlardandır. Bunun sonucunda engelliler düşük ücret ile çalışmak ve emekli olana kadar aynı pozisyonlarda çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
HERKES FARKLI, HERKES EŞİT
Tüm bu ve bunun gibi direkt ve dolaylı ayrımcılıkla mücadele etmek için, Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda da bulunan; hükümete bağlı, engelli bireylerin haklarını kullanmasını ve bu hakların kullanılmasında eşitlik ilkesinin hayata geçirilmesini sağlamaya çalışmak ve engellinin insan haklarının, hak temelli yaklaşım çerçevesinde kullanılmasını sağlamak üzere,akademisyen, engelli ve engelli STK’larından oluşan”Engellinin İnsan Hakları Ombudsmanlık Kurumu” ya da başka bir isim altında “eşitlik birimleri” kurulmalıdır. Bu birimler hak ihlallerinin takipçisi ve çözüm noktası olmalıdırlar.
Sonuç olarak, engellilerin insan hakları için politikayı savunmak ayrımcılıkla da mücadeleden geçer, ayrımcılığa karşı olma aynı zamanda bir duruşu da beraberinde getirmektedir. Ayrımcı bakış açısı aslında bedenler üzerinden yürütülen bir iktidar savaşıdır. Diğerinin ötekileştirilmesi ırkçılık anlayışının farklı bir yansımasıdır. Diğerini ötekileştirmeden “ya bu, ya şu ” yerine, “hem o, hem bu” diyebilmeliyiz.
Demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir toplum olmanın yolu engellilerin kapalı toplum yaşam alanlarından çıkarılarak, açık toplum alanlarına çıkmalarına öncülük etmekten geçmektedir.
Bireyi-bireyin, bireyi-toplumun, bireyi-devletin karşısında güçlendirmeden, engellilere yönelik ayrımcılıkla mücadele etmeden, bedenlerin serbest dolaşımını ve özgürlüğünü savunmadan, eşitliği sağlayamayız ve insan haklarından da bahsedemeyiz. Engelli insanın kendini ifade etme, sesini duyurma, görünür olma, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılma, yani kendi kaderini tayin hakkı vardır.
Unutulmamalıdır ki “herkes farklı, herkes eşit”.
Zaman, 12.12.2010