Mevcut 1982 Anayasası çağın gereksinimlerine ters düşüyor ve toplumsal kesimlerin taleplerini karşılamıyor.
Bu nedenle bu anayasa, ilki 1987’de, sonuncusu ise 2010’da olmak üzere toplam 17 kez değiştirildi. (2008’de yapılan 16. değişiklik AYM kararıyla iptal edildi.) Ancak birçok maddesi değiştirilmiş olmakla birlikte 82 Anayasası, özgürlük karşıtlığı üzerine temellenen zihniyetini koruyor ve böylelikle Türkiye’nin yapısal sorunlarına demokratik çözümler üretmesinin önünde engel olarak durmaya devam ediyor. Dolayısıyla, meri anayasanın tamamen rafa kaldırılması, demokrasiyi ve özgürlüğü ilke edinen yeni bir anayasanın yapılması bir zorunluluk teşkil ediyor.
Bu zorunluluğu hisseden toplum, yürürlükteki anayasa ile sorunları çözmenin mümkün olmadığını biliyor ve yeni bir anayasa talep ediyor. Toplumun bu talebi siyasette de yankısını buluyor; nitekim bugün TBMM’de grubu bulunan 4 siyasi parti de 12 Haziran’da yapılacak olan seçime yeni bir anayasa vaadi ile giriyor. Sivil toplum kuruluşları da, anayasaya ilişkin yoğun bir çaba sarf ediyor. Bu yıl içinde önce TÜSİAD, ardından TESEV hazırladıkları anayasa raporlarını toplumla paylaştılar. Son olarak da Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) “Vesayetsiz ve tam demokratik bir Türkiye için insan onuruna dayanan yeni bir anayasa” başlıklı raporunu açıkladı. (Raporun tam metni, www.sde.org.tr adresinden temin edilebilir.)
Bu rapor, öncelikle yeni bir anayasa vizyonuna sahip olunması gerektiğinin altını çiziyor. Rapora göre, bir anayasanın demokrasinin tahkimi yönünde bir işlev görebilmesi için, onun toplumsal değişime ve dünyadaki gelişmelere ayak uyduran bir vizyona sahip olması gerekir. SDE raporu, yeni anayasanın vizyonunu dört temel değer üzerine bina ediyor: Bunlar; (a) İnsan onuru, (b) Tam demokrasi, (c) Hukukun üstünlüğü ve (d) Çeşitlilik ve çoğulculuğu esas alan özgürlükçü bir anayasal sistemdir.
Yeni anayasanın bir ‘toplumsal sözleşme’ niteliği taşıyabilmesi için onun toplumu oluşturan bütün bireylerde ortak olan bir değere dayanması gerekir. Bu değer insan onurudur. Anayasacılık geleneği, insan onurundan kaynaklanan bütün hak ve özgürlükleri güvence altına alır ve devlet iktidarını da bu haklarla sınırlandırır. Bu geleneğinin zıt kutbunu temsil eden 82 Anayasası ise birey karşısında devlet iktidarını korumayı amaç edinir; sınırlamaları kural, özgürlükleri istisna haline getirir. Dolayısıyla ‘yeni’ olarak adlandırılacak bir anayasa, 82 Anayasası’nı tersyüz etmeli, merkezine -devleti ve sınırlamaları değil- bireyi ve özgürlüğü yerleştirmelidir.
Din ve vicdan özgürlüğü ile düşünce özgürlüğü, insan onuruna yaraşır bir hayatın temel gereklerindendir. Bu iki özgürlüğün tam manasıyla tesis edilebilmesi için ise devletin tarafsızlığı esastır. Din ve vicdan özgürlüğü, herkesin, inananların ve inanmayanların, farklı biçimlerde inananların eşit bireyler olarak yaşayabildikleri bir haklar kategorisine ihtiyaç duyar. Buna göre, herkes dinî inanç ve pratiklerini -başkalarının haklarını ihlal etmeden- özgürce yerine getirebilir. Kimsenin dinî inanç ve pratiklere katılmaya zorlanamaz, dininden veya inancından ötürü kınanamaz. Herkes dini ve inancı doğrultusunda eğitim alabilir ve verebilir, eğitim kurumları oluşturabilir ve müfredatını belirleyebilir. Hiç kimse, kamu istihdamında dini veya inancı nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulamaz. Bu özgürlük aynı zamanda vicdani ret hakkını da içerir. Yeni anayasa, düşünce özgürlüğünü de mutlak bir güvenceye kavuşturmalıdır. Bu özgürlüğe uluslararası insan hakları hukukunda belirtilenler (şiddet çağrısı, ırkçı söylem, hakaret, özel yaşamı ihlal, vb.) haricinde herhangi bir sınırlama öngörülmemelidir.
ÇOK-KÜLTÜRLÜ, ADİL, SİVİL BİR ANAYASA
Ülkelerin ne kadar demokratik olduklarını ölçen uluslararası çalışmalarda Türkiye, ‘tam demokratik bir ülke’ olarak kabul edilmez; ‘kısmen özgür’ veya ‘yarı-demokratik’ ülkeler arasında gösterilir. Mesela, Economist’in demokrasi indeksine göre Türkiye 165 ülke arasında (ki bunların 110’u demokratik ülke sayılıyor) demokrasi sıralamasında 89. sırada bulunuyor. Türkiye’den sonra demokrasiye geçen ülkelerden 56’sı, bugün demokratik kriterler açısından Türkiye’nin önünde bulunuyor.
Yeni bir anayasa, Türkiye’yi ‘yarı-demokratik’ bir ülke olmaktan çıkarıp ‘tam-demokratik’ bir ülke haline getirmeyi hedef edinmelidir. Bunun için Türkiye’de demokrasiyi zedeleyen, askerî ve bürokratik vesayeti daimi hale getiren anayasal kurum ve ilkelere anayasada asla yer verilmemelidir. Bu meyanda: (1) Silahlı Kuvvetler bir vesayet odağı olmaktan çıkarılmalıdır. Bu amaçla, MGK’nın anayasal kurum olma özelliği ortadan kaldırılmalı, Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı, komuta kademesine yapılacak atamalarda siyasi otorite belirleyici olmalıdır. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının Yüce Divan’da yargılanmasından vazgeçilmeli ve dış savunma haricindeki tüm güvenlik birimleri İçişleri Bakanlığı’na bağlanmalıdır. (2) DDK, YÖK, RTÜK, AKDTYK ve DİB gibi kurumlara anayasada yer verilmemelidir. (3) Devrim Kanunları anayasadan çıkarılmalıdır. Anayasada, devletin ideolojik tarafsızlığına ters düşen Atatürkçülük, Atatürk milliyetçiliği ve Atatürk ilke ve inkılâpları gibi ifadeler kullanılmamalıdır. (4) Sıkıyönetim, bir olağanüstü yönetim modeli olmaktan çıkarılmalı; olağanüstü hal rejiminde insan haklarına ilişkin güvenceler güçlendirilmelidir. (5) Siyasi partilerin çeşitliliğini önleyen tek-tipçi, ayrıntılı ve yasaklayıcı düzenlemeler terk edilmelidir. Siyasi parti kapatma rejimi ya tamamen ortadan kaldırılmalı veya parti kapatma zorlaştırılmalıdır. (6) Yerinden yönetim esas kabul edilmeli, yerel yönetimler mümkün olduğunca güçlendirilirken merkeziyetçilik azaltılmalıdır.
Adaleti gerçekleştirmeyi amaçlayan bir hukuk düzeninin varlığı, bir ülkenin toplumsal barışını sağlamasını ve devam ettirmesini sağlayan en mühim faktörlerden biridir. Yargıyı bağımsız ve tarafsız kılmak ve hukuku üstün kılmak için; (1) HSYK ve AYM’nin teşekkülü, demokratik meşruiyet, çoğulculuk ve çeşitlik esasları dahilinde gözden geçirilip karma bir yapıya kavuşturulmalıdır. (2) AYM’nin görevinin, demokratik siyaset üzerinde bir vesayeti icra etmek değil, insan haklarını güvence altına almak olduğu açık bir şekilde belirtilmelidir. AYM’nin yetkileri anayasada açıkça belirtilmeli, sayılanlar dışında başka bir yetki kullanamayacağı açıklıkla ifade edilmelidir. (3) AYM’ye bireysel başvuru hakkı, sadece AİHS kapsamındaki hakları değil, tüm hakları kapsayacak şekilde genişletilmelidir. (4) Sayıştay mali bir mahkemeye dönüştürülmeli ve Sayıştay’a, Silahlı Kuvvetler de dâhil, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını aynı denetim kurulları ve yaptırımları uygulayacak şekilde etkin denetleme yetkisi sağlanmalıdır. (5) Askerî Yargıtay ve AYİM kaldırılmalı, bu mahkemelerce görülen davalara adi yargı ve idari yargıda bakılmalıdır.
Yeni anayasa Türkiye’nin çok-kültürlü toplum yapısını, dibaceden başlamak üzere bütün maddelerde gözetmeli, anayasa yazımına bu tür bir hassasiyet egemen olmalıdır. Başlangıçta, toplumdaki tüm farklılıkların tanındığına, toplumun demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve çoğulculuk gibi değerleri paylaştığına vurgu yapılmalı, herhangi bir kesimi dışlayan ifadelerden kaçınılmalıdır. Ayrıca herhangi bir kişiye, düşünceye veya kuruma kutsallık atfedilmemelidir. Demokratik bir toplumda bireyler kendilerine tatbik edilecek yasaları kendileri belirlerler. Hiçbir makamın, kendisinden sonra gelenler için değişmez/değiştirilemez birtakım ilkeler belirleme hakkı yoktur. Değiştirilemez maddeler ahlaki açıdan sorunlu olduğu gibi, demokratik açıdan da kabul edilemezdir. Bu nedenle yeni anayasada hiçbir değiştirilemez maddeye yer verilmemelidir.
Vatandaşlıkta herhangi bir etnik kimliğe referans verilmemeli; vatandaşlık, anayasal vatandaşlık düşüncesine uygun olarak ‘nötr’ bir düzenleme olmalıdır. Eğitimin bütün süreçlerinde ve kamusal makamlarla ilişkilerde anadilinin kullanılması teminat altına alınmalı, dile dayalı bir ayrımcılığı mümkün kılacak ifadelere yer verilmemelidir.
Zaman, 28.05.2011