Seçimlerden beklenen, tartışmayı kesin olarak bitirecek bir sonucu gecikmeden ortaya koyması ise, ABD’de seçim mekanizması iyi işlemiyor.
Aradan üç haftaya yakın zaman geçtiği halde tartışmanın bitmemesinin bir sebebi Trump’ın hoyrat kişiliği ise, diğer sebebi ABD’de seçimlerin hemen sonuç almayı imkânsız kılacak bir şekilde yapılıyor oluşu.
Mektupla oy
Taraflar arasındaki en büyük ihtilaf, posta yoluyla kullanılan oyların sayımında ortaya çıkıyor. Trump seçim gününden sonra ulaşan mektupların (oyların) geçersiz sayılmasını savunurken, Biden taraftarları mektubun (oyun) postaya verildiği tarihin önemli olduğunu savunuyor.
Kimin haklı olduğunun bence bir önemi yok. Katılımı artırmak için getirilen bir kolaylık olsa da mektupla gönderilen oylar ihtilafa yol açıyor ve sonuç almayı geciktiriyor. Bu yüzden mektupla oy kullanma usulü ABD’de terk edilmeli, diğer ülkeler bu yola hiç tevessül etmemeli.
Mektupla oy kullanmanın başka mahzurları da var:
1) Zarf açılırken kimin hangi adaya oy verdiği ortaya çıkıyor. Gizli oy prensibini ihlâl eden bu durum, ABD’nin kimi bölgelerinde sandık başına giderek kullanılan elektronik oylar için de geçerli. Elektronik altyapıyı elinde tutanlar kimin hangi adaya oy verdiğini tespit edebileceği gibi, seçmen tercihlerini çarpıtabilir de.
2) Mektubun (oyun), zarfın üstünde adı yazan kişi tarafından mı gönderildiğinden emin olunamıyor. Bunun, güven ve hüsnüniyet temelinde işleyen ABD seçim mekanizması için bile istenilmeyen bir durum olduğu aşikâr.
Düzgün ve hakiki bir seçim arzu ediliyorsa ne mektup, ne elektronik oy, ne de internet (veya ülkemizde kimilerinin savunduğu gibi e-devlet) üzerinden oy kullanılmalı. Bilim ve teknoloji Mars’ta hayatı mümkün kılacak kadar gelişse bile, seçmenler elinde oy pusulası ile sandık başına gitmeli ve fizikî oy kullanmalılar.
Twitter, Trump’a karşı
Trump, ABD başkanları içinde sosyal medyayı en etkili biçimde kullananı. Öyle ki açıklamalarının çoğunu resmî kanallar yerine Twitter’dan yaptı, bakanlarını ve yüksek bürokratlarını görevden aldığını bile Twitter’dan duyurdu. Lâkin bu sevda karşılıksız.
Ticarî şöhretine epeyce katkıda bulunduğu Twitter, Trump’ı sevmiyor olsa gerek ki açıklamalarının bir kısmını sildi, bir kısmını uyarı notuyla yayınladı. Buradan, iki sonuca varabiliriz:
1) Twitter’ın sahip ve yöneticileri, hayat ve mülkiyet haklarının güvende olduğundan ABD Başkanını karşılarına alma cüreti gösterebilecek kadar eminler. Demek ki ABD’de sağlam bir hukuk düzeni var.
2) Tweet’lerin silinmesi/perdelenmesi, gücün suiistimali ve özgürlük ihlaliydi. Trump’ın kendini başka kanallarla ifade edebilme yolunun açık olması, ihlâlin derecesini azalttı sadece -suiistimalin değil.
Trump dönemi
Trump, 2016 yılının Kasım’ında Başkan seçildi. 15 Temmuz’dan birkaç ay sonraya tekabül eden bu dönemde Türkiye, ABD’ye karşı haklı bir tepki içindeydi.
15 Temmuz gecesi hükümete darbecilerle anlaşmayı teklif edecek kadar gayrimeşru bir çizgi izleyen ABD’yi, Demokrat Partili Başkan Obama ve yardımcısı Biden yönetiyordu. Aynı ikili, Mursi’yi deviren darbeye de ses çıkarmamıştı. Biri neyse ki başarıya ulaşmayan her iki kalkışmanın da ABD’den habersiz gelişmediğini düşünüyorum. Obama’nın Suriye politikası ve PYD ile kurduğu ilişkiler de Türkiye’nin Obama yönetimine ve onun desteklediği adaya (Hillary Clinton) mesafeli duruşunun makul sayılabilecek nedenleri arasındaydı.
2016 seçiminde Clinton’ın karşısına Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olarak çıkan ve sürpriz biçimde yarışı kazanan Trump, küstah ve haşin üslubuyla herkeste haklı bir tedirginlik yaratıyordu.
Trump’ın mazisinde ne senatörlük, ne valilik, ne bakanlık, ne de bürokrasi vardı. Seleflerinden farklı olarak iş hayatından geliyordu. Bunu bir avantaja çevirerek daha esnek ve pragmatik, iletişime açık, uluslararası işbirliği ve ticaretin önündeki engelleri kaldırmaya çalışan bir profil çizebilirdi. Lâkin taç giyen baş akıllanmadı ve çoğu zaman tam tersini yaptı. Trump dönemi ABD’nin uluslararası kurumlar, kurallar ve demokratik ilkelerle arasındaki mesafenin açıldığı bir zaman dilimi olarak hatırlanacak.
Trump’ın Türkiye karnesi
ABD Başkanlık seçimi Türkiye’de yapılıyor olsaydı Trump’ın başkan seçilme şansı ciddi derecede artardı. Bu sempatiyi hak edecek ne yaptı diye düşününce parasını verdiğimiz halde teslim etmediği F35’lerden, dört döndüğümüz halde satmaya yanaşmadığı Patriot’lardan başka bir şey gelmiyor aklıma. Bütün bunlar, Kongre engeliyle açıklanamaz. Türk hükümetine parayla satmadığı silah ve teçhizatı, PKK/YPG’ye bedava verdi. Sanılanın aksine Trump için para her şey demek değildi. Öyle olsa, anlaşmak daha kolay olurdu.
Şahsen dindar olmasa da, dindarlarla uyum ve işbirliği içinde çalıştı. Bunun en bariz örneği, yardımcısı Pence ile olanca eleştiri ve zorluğu göze alarak Yüksek Mahkeme’ye atadığı Amy C. Barett. İlki Evanjelik (Protestan), ikincisi Katolik. Her ikisi de koyu dindar. Uğruna Türkiye ekonomisini mahvetmeyi planladığı Rahip Bronson da unutulmamalı. O da Evanjelik. ABD dış politikasını İsrail’e yaklaştıran Evanjelikler, Trump döneminde fazlasıyla etkiliydi. Bir bakıma, Obama döneminin rövanşını aldılar.
İsrail eksenli dış politikanın mimarlarından biri, hiç şüphesiz Pence idi. Trump-Pence yönetimi Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımakla kalmadı, Obama döneminde yumuşayan ABD-İran münasebetini eski seviyesinin bile altına indirdi. ABD’nin Türkiye ile münasebetlerinde yaşanan gerilim, İsrail-Türkiye ilişkilerinin seyrinden bağımsız görülmemeli.
Bu tabloya ve Türk-Amerikan ilişkilerinin dört yıllık seyrine baktığımda, Trump’a sempati beslememizi gerektiren yahut yeniden seçilmesinin Türkiye’ye avantaj sağlayacağını düşündürecek bir neden görmüyorum. Hal böyleyken, ekseriyetini Ak Partililerin oluşturduğu dindar-muhafazakâr kitlenin ve basın yayın organlarının Trump sempatisi nereden geliyor, anlamak mümkün değil. Cumhurbaşkanımıza hakaret mektubu yazan, ekonomimizi mahvetmekle tehdit eden ve bunu bir ölçüde başaran, parasını verdiğimiz uçakları teslim etmeyip bize parasıyla satmadığı silahları terör örgütlerine bedava veren, bir tek kişi için Türk-Amerikan ilişkilerini berheva etmeyi göze alan, küstah ve kibirli diliyle bütün diplomatik teamülleri altüst eden birinin nesine sempati besleyecek, gitti diye niye esef edeceğim?
2016’nın özel şartlarında Trump’a meyledenleri bir ölçüde anlıyorum. Fakat aradan dört yıl geçtikten ve yukarıda saydıklarımdan sonra hâlâ sempati beslemek ve kazanmasını istemek; inanılır gibi değil!..
Biden hakkında
15 Temmuz gecesi yaşananlar için bilgisayar oyunu (atari) zannetmiştim, gerçek olduğunu çok sonra anladım diyen Biden, şüphesiz yalan söylüyordu. Elli yıllık siyasî tecrübesine yakışmayacak ölçüde çok pot kırdığını gören danışmanları, çareyi az konuşmasını tavsiye etmekte bulmuş. Seçim döneminde bu tavsiyeye uydu. ABD’nin danışan, dinleyen ve az konuşan bir başkanı var. Trump’tan sonra ilaç gibi gelecek.
Türkiye dostu filan değil, olması da gerekmiyor. Makul ve sözüne güvenilir bir başkan olması yeterli.
Trump’ın öyle icraatları var ki -ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımak gibi- geri almaya Biden’ın gücü de, ömrü de yetmeyebilir. Bu yüzden, beklentileri yüksek tutmamak gerekiyor.
Biden, ABD Başkanlığı koltuğuna oturan en yaşlı isim olacak. Görev süresini tamamlayabilir mi, bilemiyoruz. ABD anayasasına göre başkan ölür veya istifa ederse, yerine yardımcısı geçeceğinden yardımcısı Harris’i de izlemek gerekiyor. Biden’i Trump’a, Harris’i Pence’e tercih ederim. İzleyip göreceğiz.