İnsan yaradılışı itibariyle tembel bir varlıktır. Çalışmaktan çok tatil yapmayı, yani atıl vaziyette durmayı tercih eder. Bunun sebebinin ne olduğuyla ilgili bana en cazip gelen açıklama, “insanın cennet için yaratıldığı (çünkü cennette çalışmak, yorulmak, hasta olmak, yaşlanmak olmadığı, buna karşılık her hayalinin sadece istemekle hemen gerçekleşeceği tasvir edilir) ama Adem ile Havva o yasağı deldikleri için ceza olarak dünyaya gönderildikleri, cennette yaşamak için yoğurulmuş hamuruyla dünyaya gelmek zorunda kaldığı, tembel yaşamak için yaratılmış olmakla beraber, çalışmadan aç kalacağı bir ortama geldiği” izahıdır.
O yüzden, insan, üç günden fazla boş kaldığı zaman dördüncü gün iş yapası gelmez. İşe başladığı zaman da kaslarının ağrısı bir haftada geçmez. Dolayısıyla insanlar daha çok tatil yapmak, daha az çalışmak isterler. Teknoloji geliştikçe ve toplumlar zenginleştikçe de günlük ve haftalık tatil sürelerini artırma yoluna gitmeye başlamıştır.
Bizim ülkemizde, 2 günden, 52 hafta sonu 104 gün, 7 gün dini bayram, 5 gün resmi bayram, 2 gün uluslararası (yılbaşı ve 1 Mayıs) tatil olmak üzere, her yılın en azından 1/3’ünü tatil yaparak geçiriyoruz. Bazen de bu bayramlar hafta ortasına geldiği zamanlarda, öncesindeki ve sonrasındaki günler de eklenerek (çünkü artık beklenti o yönde) 9’ar günlük tatiller de oluyor.
Ama bu sene, uzun tatil bekleyenler için kötü bir tesadüf oldu ve hem (dinî) Ramazan Bayramı hem hafta sonu hem de (millî) 23 Nisan Bayramı üst üste bindi, 3 güne sıkıştı. Uzun tatile alışmış insanlar için, her biri ayrı ayrı zamanlarda tatil olması beklenen üç ayrı tatil günü, sadece üç günde kullanılıp bitmiş oldu. Bir manada tatilden zarar edilmiş oldu.
Bütün bunların yanında, çalışıp üretmek ve gelirini artırmak zorunda olanlar için bu mecburi tatiller, rayında giden bir tren için sanki bir raydan çıkma gibi, insicamı bozan bir etki oluşturuyor. Fırınlar ısınmış, makineler çalıştırılmış, işler hızlanmışken, aradan çok uzun bir zaman da geçmeden bir tatil daha geliyor ve bütün düzen sekteye uğruyor. Sanayi veya ticaret faaliyeti gören bir işletme için işin 1 günlük inkıtaaya uğraması en az 1 haftada telafi edilebilen bir hasar bırakıyor. Dolayısıyla sanayici ve tüccar, yani iş insanları tatilleri pek sevmez. Tatiller ücretli çalışanlar ve öğrenciler için bayramdır ya da bayramlar tatildir.
Burada sıkıntı, bayram bahanesiyle tatilin mecburi olmasıdır. Yani resmi bayramlarda devletin zoruyla, dinî bayramlarda da toplumsal baskı (oysa dinde, bayramlarda tatil yapmak diye bir şart yok) nedeniyle işyerlerinin kapatılmak zorunda kalınmasıdır.
Ben, bayram bahanesiyle yapılan zorunlu tatilleri sevmiyorum. Hem zorunlu tatil hem de katılımcısı olmak mecburi olunca insanlarda bir tepki de oluşuyor. En azından bende… Örneğin, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, zavallı ilkokul ve ortaokul çocukları her yıl tekrarlanan aynı resmiyet, aynı hamaset bir yana, (hemen hemen her yıl bayram günü yağmur yağar) okul veya kent meydanlarında, ıslanarak ve üşüyerek, şehrin en yetkilisini, peşi sıra yapılan ritüelleri ayakta bekler. Çocuklara katılma konusunda bir tercih sunulmaz. Mecburen katılınacak, ıslanılacak ve üşünecektir. Yani pek “neşe dolunan” bir bayram değildir. (Ben buna çözüm için, resmi törenlerin aynı günde yapılması ama çocukların yapacağı şenliğin, havaların biraz daha ısındığı Mayıs ayının ortalarına ertelenmesini öneriyorum.)
Yine aynı şekilde, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı (12 Eylül’de bayramın isminin başına ‘Atatürk’ü Anma’ ibaresi de eklenmişti) bu sefer Lise seviyesi talebeler için mecburî bayramdır. Örneğin ben lisede okurken, her öğretim yılının ikinci yarısının akşamlarını, 3 ay boyunca şehrin stadyumunda yapılacak olan gösterilere hazırlanmakla geçirirdik. Katılmak mecburiydi ve sınıfı geçip kalmak bu gösterilerdeki uyuma bağlıydı. Beden eğitimi dersi olarak başkaca bir aktivite yapmazdık. Yapamayanlar azarlanır, bayram günü de, bu sefer güneş altında saatlerce sıramızı beklerdik.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı da kuru soğuk günlere rastlar. Ona da katılmak mecburi tutulduğu için yüzümüzün zorla da, yapmacık da olsa gülmesi istenirdi. Yani zorla neşelendirilirdik.
30 Ağustos Bayramı ise okul dönemine rastlamadığı ve daha çok askeri ilgilendirdiği için katılımımız olmazdı. Memur kesimi için tatildir. Okul dönemi dışındaki bir günlük en genç tatilimiz olan 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’ne katılmak mecburi tutulmadığı için, resmi bayramlar arasında en sivil olanıdır.
Bu arada bizim nesil olarak bir bayram daha kutlamak zorunda kalmıştık. Asıl manasını ve nereden çıktığını bilmediğimiz bu bayram, “27 Mayıs Hürriyet ve Demokrasi Bayramı”ydı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’ndan 9 gün sonra 1 günlük de olsa bayram tatili olması hoşumuza giderdi. O bayramın ne manaya geldiğini, daha 17 yaşındayken yaşadığımız 12 Eylül darbecilerinin bayramı kaldırmasıyla öğrendik. Yeni darbe gelmiş, eski darbenin hükmü kalkmıştı ve bir bayramımız eksilmişti. Allah’tan 12 Eylülcüler kendi darbe günlerini bayram ilan etmediler.
Dinî bayram günleri de, saatleri ve günleri belirli olduğu için, o günlerde ve saatlerde, yıllık rutin ritüeller (bayram namazı, mezarlık ziyareti, toplu bayramlaşma) yapılır. Onlara katılmak da başka bir şekilde zorunludur. Çünkü katılımı olmazsa toplum tarafından ayıplanmak ve dışlanmak söz konusudur. Mesela dinî bayramlarda, eşler arasında önce kimin ailesine ziyarete gidileceği sorun olur. Her iki taraftan birine de eşlerden birinin suratı asık gider. Çocuklar genelde bu ritüele katılmak istemez ama büyüklerin zoruyla gönülsüzce dahil olur. Gidilen yerlerde onların da genelde suratları asıktır. Çünkü kapı kapı büyüklerle gezmek yerine arkadaşlarıyla buluşup daha serbest vakit geçirmeyi tercih ederler. Yani her ne kadar sivil görünümlü olsa da dinî bayramlar da gizli bir resmiyet içinde kutlanır.
Bir de bunlardan hariç, toplumun kendi oluşturduğu, katılımın tamamen serbest, gönüllü olduğu, katılınmazsa kimsenin hiç dikkatini çekmediği, kimsenin hesap sormadığı geleneksel ve modern bayramlar/festivaller var. Örneğin Newruz bayramı, Hıdrellez şenliği, panayırlar, hayır pilavları, daha yerel ve yöresel şenlikler, festivaller var. O günler hem tatil değildir hem de insanlar gönüllü katıldığı, resmiyet kokmadığı için insanların yüzleri güler, mutlu olunur, gelecek yıl iple çekilir.
Modern bayramlar da var. Örneğin “süslü pedallar”, “teknofest”, “rockfest”, “portakal çiçeği festivali”, “gastrofest” “film ve müzik festivalleri”, “evcil hayvan festivali” gibi. Resmî bir tatilin olmadığı, bazıları 1 gün bazıları 3 gün süren bu modern bayramlar insanlarca daha bir şevkle, aşkla, hasretle beklenir ve sonunda da mutlu olunur.
Kısaca insanlar aslında (resmî veya dinî) bayramları değil, bayram sayesinde yapılan tatili seviyor. Tatili olmayan bayramları daha çok seviyor.
Ama herhalde en az da böyle üst üste gelen, tatili az bayramları seviyor.