Kasım 2005’te yapılan seçimlerde halk oyuyla cumhurbaşkanı seçilen ve 2006 Ocak’ı itibariyle göreve başlayan Honduras cumhurbaşkanı Manuel Zelaya’nın askerler tarafından devrilmesi kimilerince pek de önemli bir demokrasi kaybı sayılmıyor. Bunun nedeni, Zelaya’nın ‘kendi başkanlığını sürdürebilmek için’ yürürlükteki anayasayı usulsüz olarak değiştirmeye kalkması. Çünkü anayasa aynı kişinin ikinci defa cumhurbaşkanı seçilmesini yasaklıyor.
Zelaya’nın askeri bir darbeyle görevden uzaklaştırılmasına esef etmeyenlerin başka bir gerekçesi de, onun siyasi olarak yön değiştirmesi ve Güney Amerika’nın -Venezuella’nın Chavez’i gibi- diğer ‘popülist diktatörler’iyle Amerika karşıtlığı ekseninde buluşması. Chavez’in başını çektiği bu ittifakın popülist diktatörlükleri bütün Látin Amerika’ya yayma amacı güttüğünden endişe ediliyor.
Kimi yazarların Latin Amerika’da bugün özgürlüğe en büyük tehdidin hukuk kurumlarını kendi megalomanik arzularına tabi kılmak için çabalayan seçilmiş popülistlerden geldiğini söylemesi ancak böyle bir bağlamda anlamlı hale geliyor. Onlara göre, bugün karşı karşıya kaldığımız durum insanların popülist solcu diktatörlüklerle yalın askeri diktatörlükler arasında seçim yapmaya zorlandıkları Latin Amerika’nın eski dönemlerini hatırlatmaktadır.
Ne var ki, meseleyi böyle ortaya koyanların Honduras hakkında ihmal ettikleri önemli noktalar var. Bir kere, Başkan Zelaya’nın değiştirmeye çalıştığı anayasa öyle pek de sanıldığı gibi özgürlükçü- demokratik bir anayasa değildir. Honduras’ın halihazırda yürürlükte olan 1982 Anayasası (şu tesadüfe bakın!) aynen bizim 1982 Anayasamız gibi askeri yönetim döneminde hazırlanmış ve, tahmin edilebileceği üzere, siláhlı kuvvetlerin gerçek gücü elinde tuttuğu. ordunun neredeyse tam özerkliğini kurumsallaştırmış bir anayasadır.
Ordunun siyasi kurumlara vesayet ettiği, iç güvenliğin bile tamamen askerlerin kontrolünde olduğu ve askeri yolsuzlukların soruşturulmasına imkán vermeyen bir anayasal düzenden söz ediyoruz. Kimi yazarlar bu anayasayı de facto askeri diktatörlüğün kozmetik bir makyajı olarak nitelendiriyorlar. Dahası, bu sistemde siláhlı kuvvetler aynı zamanda iktisadi bir güçtür, aslında ülkenin beşinci büyük ekonomik gücüdür.
Bu açıdan bakıldığında, Başkan Zelaya’nın anayasal reform girişimi kişisel güç arayışından ziyade, öncelikle ordunun özerkliğine ve onun hem iktisadi hem de siyasi bakımdan sınırsız gücüne son verme amacına yönelmişti. Onun içindir ki, Başkan Zelaya’nın anayasayı değiştirmek üzere yapmayı tasarladığı referandum için oy sandıklarını dağıtma emrine uymayan ordu komutanını görevden alması askerler açısından ‘bardağı taşıran son damla’ oldu.
Anti-Amerikancı retoriğin arkasına saklanmış, uzun vadede kendi halklarını yoksulluk ve özgürlüksüzlüğe sürüklemesi kuvvetle muhtemel Chavezvari popülist diktatörlük eğilimlerinin Orta ve Güney Amerika’da yaygınlaşması elbette temenni olunan bir şey değildir. Ama bu, halkların kendilerini yönetme haklarına ve kendileri için yaptıkları tercihlere saygı gösterme yükümlülüğünü kimse için ortadan kaldırmaz.
Honduras’taki darbeye sadece anti-Amerikancı Chavez blokunun değil, Amerika Başkanı Obama dahil dünyanın gösterdiği tepki bunun gitgide küresel bir doğru haline gelmekte olduğun gösteriyor. Bundan Türkiye’deki askeri vesayet yanlılarının da ders çıkarması gerekiyor.
Star, 04.07.2009