Günlerdir İstanbul Sözleşmesi üzerinden “Aile elden gidiyor!” diye feveran eden ve sözleşmeyi savunanları neredeyse –aslında niyet o- Allah’a isyan ile suçlayan çevreler nedense ülkedeki pek çok hukuksuzluk ve adaletsizliğe hiç ses çıkarmıyor.
İçlerinde okuduğu belgeyi anlamayıp 3. kişi tabirini grupsal cinsel eylem sanarak(?) karşı propaganda yapan akademisyen titrine sahip alimlerimiz bile var. İnsan üzülerek Türkçe bir metni bile anlama acziyeti yaşayan bu arkadaşların bizlere kadim Arapça ile yazılmış Kur’an yorumları yapmalarına hayıflanıyor. Bir de bilerek yanlış anlayıp yorumluyorlarsa o daha büyük bir ayıp… Seviyenin yerlerde gezdiğini görmek için bu tür, malum nefesi çok kuvvetli birkaç efendi hazretlerinin hurili-nurili bir iki muhabbetini dinlemek kâfi…
Böyle bir kitle olması sorun değil, sorun bu kitlenin farklı versiyonlarının hemen her cenahta olması ve bunları alt alta topladığımızda genel nüfusun neredeyse ezici bir yekûnuna tekabül etmesi ve bizi koruyup kollaması gereken kurumlarda da bu neviden insanların devletin görünen yüzü olarak yer bulması.
Ülkece depresyondayız ve şiddet –her türlüsü- gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmiş durumda. Buna rağmen kendi halinde bile tek başına suç olan pek çok eylem ancak sosyal medyaya yansırsa görmesi gereken cezayı alma ihtimaline kavuşuyor.
Örneklersem; yakın bir arkadaşım aralarında tartışma yaşadıkları bir kişi tarafından sokak ortasında öldüresiye darp ediliyor. Kolunda kırıklar, kafasında çatlaklarla hastaneye kaldırılıyor ve bir ay yoğun bakımda hayatta kalma mücadelesi veriyor. Peki, o sırada darp eden güzide vatandaşımız ne yapıyor? Adalet mercii tutuksuz yargılanmasına karar veriyor. Bu kararı veren hâkim vatandaşın yoğun bakımdan çıkmasını bile beklemiyor. Nihayet bir yıl sonra 3. duruşmadan sonra beyefendi nezaketen tutuklanıyor.
Durun, öyle hemen heyecanlanmayın. Beyefendinin tutuklanma sebebi bu olay değil. Meğer bu beyefendi daha önce başka bir vatandaşımızı(!) darp etmiş ve bir başka mahkemece verilen cezanın açıklanması benzer bir suç işlenmesine kadar ertelenmiş. Mahkemede UYAP üzerinden bu bilgi gelince beyefendi kerhen tutuklayarak ceza evine gönderiyor… Öldüresiye adam dövmenin cezası da adam ölmediği için topu topu iyi hal indirimi ile 18 ay kadar…
Türkiye’de sokak ortasında buna benzer her gün onlarca darp olayı yaşanıyor. Elde delil olsa bile faillerinin büyük çoğunluğu adliyeden ellerini kollarını sallayarak evlerine gidebiliyor ve sıradaki mağduru beklemeye başlayabiliyor.
Bu tür olaylar ancak sosyal medyaya yansıdığında devletin ilgili kurumları harekete geçme ihtiyacı hissediyor. O da tepkinin büyüklüğüne göre.
Örneğin İstanbul’da hemen her gün belki on, yirmi, otuz kere yaşanan ama kimsenin umursamadığı bir olay geçen hafta yaşandı. Ama bu kez bir trafik magandasının trafikte yol almaya çalışan bir bayana saldırısı kameralar aracılığı ile sosyal medyaya düştü ve hızla yayıldı.
Düşüyor ama ilginç bir şekilde sadece bir vatandaş olarak –cinsiyeti ve diğer özelliklerinden bağımsız- yaşadığı durumun vahameti ortada iken sosyal medyada bir anda başörtülü ve de doktor olduğu ön plana çıkartılıyor. Sanki gündelikçi, temizlikçi ya da işsiz olsa; başörtülü değil de başı açık olsa, kadın değil de erkek olsa olay normalleşecekti…
Bu tür çifte standartlara alışık olmadığımı sanmayın; bu ülkede çifte standart hep vardı ama bu denli ‘Oh olsun’cu bir anlayış yerleşmemişti ve en azından mahalle ayırmaksızın havan mermisi ile ölen Ceylan’ı da PKK’lı teröristlerce hayattan koparılan Ayşe’yi de dert edinip, çocuk gören, ikisinin de acısını yüreğinde hisseden ve tepki koyanlar vardı.
O zamanda bu çocuklar “Yarın büyüyüp … olur!” diyerek umursamayan, Allahtan korkmaz tipler vardı ve bunlar yarında olacak ama bugünkü gibi pervasızca bu arsızlıklarını açığa vuramıyorlardı.
Bireyselleşme dedik ama sanırım biz toplum olarak bireyselleşmeyi fazlası ile yanlış anladık… Bireyselleşmeden çıkıp bir takımın-grubun-ideolojinin-partinin vb. parçası haline gelmeyi insan olmanın önüne koyduk. Şu an bir türlü anlayamadığımız yeni kuşaklar da işte tam burada bocalıyorlar.
Bizlere bakıp gidecek doğru yolu göremiyorlar…
Neyse biz en iyisi Kanarya sevenler derneğinin dertleri ile ilgilenelim… Ne olacak bu Fenerbahçe’nin hali!…
Karar, 19 Ağustos 2020