Demokratik gelişmeler din konusunu kamusal alanda daha tartışılır hale getiriyor. Özellikle toplumun pozitivist düşünen kesimleri ve dinden uzak yaşayan insanlar İslâm dinini kültürel olarak da olsa tanımak istiyor. Biz de tam bu noktada Türkiye’de dinî özgürlüklerin olup olmadığını Süleyman Demirel Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Din Psikolojisi Anabilim Dalında hocalık yapan Doç. Dr. Bilâl Sambur’a sorduk. Hıristiyan Teolojisi, Modern İslâm Düşüncesi, İslâm Mistisizmi, Dünya Dinlerinde Ruhaniyat, Dinler Arası İlişkiler, Din ve Küreselleşme konularını çalışan Sambur Türkiye’de devletin dini tekeli altına almaya çalıştığını söylüyor.
Röportaj: H. Hüseyin Kemal
– Türkiye’de din özgürlüğü var mıdır?
Son doksan yıla baktığımızda Türkiye’de din özgürlüğü ile ilgili şu tabloyla karşılaşmaktayız. Tek Parti döneminde, din özgürlüğünden hiçbir şekilde söz etmek mümkün değildir. Bu arada Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında din özgürlüğüne saygılı olacağını ilke olarak ifade etmesinin kapatılma gerekçesi olarak gösterildiğini hatırlatmak lâzımdır. Bu dönemde devlet gücü kullanılarak, toplum dinden arındırılmaya çalışılmış, toplumdaki dinî ve sosyal kurumlar geriletilerek dinin sosyal etkisinin minimuma indirgenmesi hedeflenmiştir. Ülkemizde din özgürlüğü konusunda olumlu gelişmeler, demokratik hayata geçişle beraber gerçekleşmiştir. DP’nin iktidara gelmesiyle bir din özgürlüğü ihlâli olan Türkçe ezan uygulamasından vazgeçilmesini önemli bir örnek olarak zikredebiliriz. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan askerî darbe dönemleri, sayısız din özgürlüğü ihlâlleriyle doludur. Günümüzde şeklî ve sınırlı nitelikte bir din özgürlüğünün Türkiye’de var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu, hiçbir şekilde Türkiye’de din özgürlüğünün çoğulcu ve kurumsallaşmış bir uygulamasının olduğu anlamına gelmemektedir.
– Türkiye’de din özgürlüğü mümkün müdür?
Türkiye’de din özgürlüğünün mümkün olup olmadığı sorusu Türkiye’de liberal demokrasinin mümkün olup olmadığı sorusuyla yakından ilişkilidir. Devletin, Tek Parti ideolojisini resmî ideoloji olarak benimsemesi ve dinî hayatın devlet tekelinde olması şeklindeki iki ana faktör, ülkemizde sahici anlamda din özgürlüğünün uygulanmasını imkânsız kıldığı gibi ülkemizin vesayetçi yönetimden liberal bir demokrasiye geçişini de engellemektedir. Devlet, ideolojiden arındırıldığı zaman, insan hak ve özgürlükleri temel ölçü olarak benimsendiği zaman din özgürlüğü ülkemizde de mümkün hale gelecektir. Din özgürlüğünün ülkemizde mümkün olması için devlet, dinden elini çekmeye dâvet edilmelidir.
– Türkiye laik mi, laisist mi?
Ülkemizde laikliğin klişe olarak yapılan bir tanımı vardır. Laiklik, genelde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımı esas alacak olursak, Türkiye’de dinin devletten ayrıldığı, ancak devletin dinden ayrılmadığı görülmektedir. Dinî hayatın her alanında devlet aktif olarak faaliyet göstermektedir. Ülkemizde, laiklik, din ve devlet ayrılığı olarak değil, devletin dini kontrol etmesi ve yönetmesi olarak uygulanmaktadır. Devleti yöneten din teokrasi olduğu gibi, dini yöneten devletin de laik olmayacağı açıktır.
Laisizm, laiklik olmayıp bir ideoloji hatta din düzeyine yükseltilen bir anlayıştır. Devletin çağdaşlık, akılcılık, bilimsellik ve ilerleme adına toplumu uygarlaştırma, yeni bir insan ve toplum oluşturmak için benimsediği ideolojik programın adı laisizmdir. Laisizmde asıl olan din özgürlüğü değil, dinden özgürleştirmedir.
– Laisist bir sistemde toplumsal huzur mümkün müdür?
Laiklik, tek başına bir erdem ya da her şeyin ölçüsü olarak düşünülemez. Laikliği değerli kılan şey, laikliğin farklı din, inanç ve hayat tarzını devlet müdahalesi başta olmak üzere her türlü baskıdan koruması, farklı inançların özgürlük ve çoğulculuk temelleri çerçevesinde bir arada yaşamasına imkân tanımasıdır. Başka bir ifade ile laiklik, dinî ve seküler olanın bir arada var olmasını gerektirmektedir. Laisizm ise, toplumda var olan seküler nitelikteki tek bir anlayışı, diğer dinî ve seküler anlayışlara ve hayat tarzlarına egemen kılma girişimidir. Toplumdaki dinî ve seküler çoğulculuğu ortadan kaldırmayı hedef alan laisizm, toplumsal barışı sağlamak için önerilecek bir çerçeve olmaktan uzaktır.
– Türkiye’nin Irak’a dönmemesinin sebeplerinden biri olarak Türkiye’deki laik düzen gösterilir, ama siz laisizmin dine düşman sosyo-kültürel bir yapı ürettiğini söylüyorsunuz.
Türkiye’deki laiklik uygulamasına baktığımızda devleti laikleştirmenin hedeflenmediği, toplumun laikleştirilmesinin arzulandığı görülmektedir. Laiklik, aydınlanma, bilimsellik, çağdaşlaşma ve ilericilik gibi kavramlarla özdeşleştirilip yüceltilirken dinin hurafelerle, üfürükçülükle, gericilikle ve yozlaşma ile tanımlandığı görülmektedir. Başka bir ifade ile resmî laiklik anlayışı, dini ötekileştirme üstüne kendisini temellendirmektedir. Devleti laikleştirmeyi başaramayan Türk laisizmi, toplumu laikleştirmeyi hedeflediğinden dolayı bireysel ve toplumsal hayatta dinin yerini daraltmaya ve onun işlevlerini minimuma indirgemeyi istemektedir.
– Türkiye’de çoğunlukla azınlıkta kalanların dinî haklarının engellendiği dile getirilir. Sizce Türkiye’de çoğunluk dinî haklarını kullanabiliyor mu?
Türkiye’de azınlık ya da çoğunluk konumunda olan bütün kesimler, bir şekilde hak ve özgürlükten mahrum durumdadırlar. Asıl sorun, herkesin bir şekilde hukuk ve özgürlükten yoksun olmasıdır. Kılık-kıyafet yasağı, çoğunluğun yaşadığı en büyük hak mağduriyetidir. Çoğunluk konumunda olan Müslümanların, dinî görüşlerini ifade etme, toplumsal hayata katılma ve örgütlenme konularında din özgürlüğü bağlamında ciddî sorunları bulunmaktadır. Geçen yıllarda, deprem olayına getirmiş olduğu dinî bir yorumdan dolayı gazeteniz imtiyaz sahibinin başına gelenler, çoğunluk konumunda olanların her zaman hak ve özgürlük ihlâlleriyle karşılaşabileceğinin çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır.
– Türkiye sürekli Fransa örneğinden yola çıkar, peki Türkiye ile Fransa arasındaki farklar nelerdir? Ortak tarafları var mıdır?
Türkiye’nin laiklik konusunda Fransa’yı örnek aldığı bir mitten başka bir şey değildir. Her şeyden önce Fransa’da laiklik, devletin dini yönetmesi ve kontrol etmesi olarak uygulanmamaktadır. Türkiye’de laiklik devletin dini yönetmesi ve kontrol etmesi olarak uygulanmaktadır. Fransa’da devletin kiliseleri ve papazları yoktur. Türkiye’de devletleştirilmiş camiler ve memurlaştırılmış din görevlileri vardır. Kiliseler ve dinî gruplar, dinî kimliklerini kullanarak eğitim, sağlık ve hayır işleri gibi alanlarda özgürce faaliyet gösterirler. Türkiye’de ise dine çok sınırlı bir sivil hayat alanı bırakılmıştır. Fransa’da üniversitelerde her türlü dini kılık-kıyafet serbesttir. Türkiye’de ciddî bir insan hakları ihlâli olan başörtüsü yasağı hâlâ devam etmektedir. Fransa’da dinî inanç ileri sürülerek insanların askerliğe gitmeyi reddetme yani vicdanî ret hakları vardır. Türkiye, vicdanî reddi bir hak olarak tanımamaktadır.
Fransa’nın Alsace-Lorrain bölgesinde devlet-din ayrılığı şeklinde laikliğin uygulanmadığını hatırlatmak lâzımdır. Bu bölgede, din özgürlüğü anayasal garanti olmasına rağmen, devlet Roma Katolik Kilisesi’ni, Lutheran Kilisesi’ni, Kalvinist Kilisesi’ni ve Yahudiliği resmî din olarak tanımaktadır. Din dersleri, bu bölgede seçmelidir. Devlet, papazların maaşını vermektedir. Papa’nın önerisi üzerine de başkan kilise yöneticilerini atar. Türkiye’nin örnek aldığını iddia ettiği Fransa’da tek bir laiklik uygulamasının değil, laiklikler olduğunu bilmekte yarar vardır.
Fransa’da laiklik anlayışı, sürekli tartışılmakta ve ona günümüzün ihtiyaçları ışığında yeni anlamlar ve boyutlar kazandırılmaya çalışılmaktadır. Sarkozy’nin ortaya attığı pozitif laiklik kavramını, Fransız laikliğinin kendisini yenilemesi arayışı olarak değerlendirebiliriz. Fransa ile karşılaştırıldığında, ülkemizdeki laiklik anlayışını özgürlükler lehine değiştirmekten ziyade otoriter laisizmde ısrar edilmesini görmek gerçekten çok üzüntü vericidir.
– Türkiye’de din modernleşmenin önünde engel olarak görülmektedir. Sizce laiklik-modenizm-din kavramlarını bir arada nasıl yorumlamak gerekir?
Türkiye’de din modernleşmenin önünde değil, Tek Parti ideolojisinin devlet eliyle toplumu modernleştirmesinin önünde engel görülmektedir. Her şeyden önce, devletin yeni bir toplum oluşturma şeklindeki toplum mühendisi olma arzusundan vazgeçmesi lâzımdır. Laiklik, toplum mühendisliğinin aracı olmaktan çıkarılmalı, farklı dinî ve seküler görüşlerin özgürlük ve çoğulculuk içerisinde bir arada yaşamalarına yarayan bir çerçeve olarak anlaşılmalıdır. Laiklik, hiçbir şekilde topluma ve dine müdahale etmenin bir aracına dönüştürülmemelidir. Dindar birey ve gruplar da, başkalarının hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırmadıkları ve başkalarına zarar vermedikleri sürece kendi hayat biçimlerini hem bireysel, hem toplumsal düzeyde gerçekleştirmekte özgür olmalıdırlar. Modernizmin tek bir versiyonunu topluma dayatmak yerine, bireylerin ve toplumun modernlik olgusuyla kendi ihtiyaç ve ideallerine uygun bir şekilde çoğulcu bir şekilde ilişki kurmalarının önü açılmalıdır.
– Barrosso’nun atıf yaptığı demokratik laiklik ne demektir?
Demokratik laiklikle kastedilen şudur. Din özgürlüğü ve çoğulculuğun laikliğin ölçüsü olarak anlaşıldığı, devletin maksimum düzeyde dinden elini çektiği, dinî hayatın devletin ihtiyaçları yerine bireyin ihtiyaç ve taleplerine göre şekillendiği laiklik anlayışıdır. Başka bir ifade ile demokratik laiklik, laikliğin özgürlüklerle ve haklarla donatılması demektir.
– Avrupa anayasasında laiklik olmadığını söylüyorsunuz. Neden laikliğe atıf yok?
Hatırlayabildiğim kadarıyla Fransa ve Türkiye dışında Avrupa Birliği üyesi ülkeler içinde anayasasında laikliğe yer veren devlet yoktur. Anayasalar, devlete karşı birey hak ve özgürlüklerini korumak için düzenlenen metinlerdir. Bu bağlamda, anayasaya laikliği yazmaya gerek duyulmamaktadır. Anayasalarda vurgulanan din ve vicdan özgürlüğüdür. Avrupa’da laikliğe anayasal bir ilke olarak bakılmamakta, kültürel bir değer olarak yaklaşılmaktadır.
– Türkiye bu laiklik anlayışıyla AB’ye girebilir mi?
Avrupa Birliği, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları değerlerini esas alan büyük bir projedir. Eğer Türkiye, bu büyük projenin bir parçası olmak istiyorsa, kendisini bu değerler çerçevesinde yeniden inşa etmelidir. Dine müdahale etmeyi kendisinin hakkı olarak gören ve çağdaşlık adına seküler bir toplum oluşturma amacında olan otoriter laisizmden vazgeçerek herkesin dinî açıdan farklı olma hakkını tanıyan, din özgürlüğünü ve çoğulculuğu benimseyen bir yaklaşımı benimsemesi, Türkiye’yi daha Avrupalı yapacağı gibi daha iyi bir yer haline de getirecektir.
– Devletin toplumu dinden arındırmak gibi bir misyonu olabilir mi?
Din özgürlüğü, bir dine inanmayı kapsadığı gibi bir dinden uzaklaşmayı ve ona inanmamayı da içermektedir. Bir dine inanıp inanmama tamamen bireylerin karar vereceği seçeneklerdir. Başka bir ifade ile dinden özgürleşme, din özgürlüğünün bir gereğidir. Ancak devlet eliyle bireyin ve toplumun dinden özgürleştirilmeye çalışılmasını, din özgürlüğü kapsamında değerlendiremeyiz. Devletin toplumu dinden arındırmak şeklinde bir görevi olmadığı gibi devlet eliyle toplumun dinden özgürleştirilmeye çalışılması, din özgürlüğünü bütünüyle ortadan kaldıran bir totalitarizm anlamına gelmektedir.
– Devletin vesayetçi bir dindarlık ürettiğini söylüyorsunuz. İnanılmaz çarpıcı bir ifade, bunu açar mısınız?
Her birey, özgün olduğu gibi onun dinî ihtiyaç ve idealleri de özgündür. Bireyin, özgün ihtiyaç ve ideallerine uygun olarak özgürce kendisi için doğru olan inanç ve hayat tarzını seçmesi, dindarlık dediğimiz özgün durumun doğmasını sağlamaktadır. Ancak devletin din kurumları, bireyin özgünce ve özgürce dindarlığını şekillendirmesine izin vermemekte, dışarıdan bireye neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu söylemektedirler. Bürokratik din kurumlarının icat ettiği din anlayışı, bireyin özgün ihtiyaç ve taleplerini karşılamak yerine, devletin ihtiyaç ve taleplerini esas almaktadır. Bu anlayış, dindarlığın birey tarafından değil, devlet tarafından icat edilmesi anlamına gelmektedir. Devletin din kurumları, icat edilen dindarlık anlayışını koruyup kollamayı aydın bir din anlayışını ortaya koymak ve dinin saflığını hurafeler ve sapmalardan koruma adına kendi görevleri olarak telâkki etmektedirler.
– Kurban derilerinin devlet tarafından belirli bir kurum adına toplanmasını dinî özgürlükler açısından nasıl yorumluyorsunuz?
Kurban ibadeti, her bireyin ekonomik gücüyle orantılı olarak dinî emirler çerçevesinde yerine getirdiği bir ibadettir. Kurban ibadetinin nasıl yerine getirileceği dahil kurban etinin nasıl dağıtılacağı ve kurban derisinin nasıl kullanılacağına karar verme yetkisi sadece kurban sahibine aittir. Devletin bir kurum adına kurban derilerini toplaması bir din özgürlüğü ihlâli olduğu gibi, insanları kurban derilerini tek bir kuruma vermeye zorlamak aynı zamanda mülkiyet hakkının gaspı anlamına gelmektedir.
– Halkın yaptırdığı camilerin devletin mülkiyetine geçmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’de devlet, cami yapımı için hiçbir maddî katkıda bulunmamaktadır. Camiler, insanların gönüllü bağışlarıyla elde edilen paralarla yapılmaktadır. Ancak devlet insanlardan toplanan paralarla yapılan camilere el koymaktadır. Yani mabedi devletleştirmektedir. Camilere devlet tarafından el konulması, her şeyden önce bir mülkiyet gaspıdır, çünkü o cami devletin değil, o caminin yapılması için para verenlerin mülkiyetidir. Camilere devlet tarafından el konulması, bir mülkiyet gaspı olduğu kadar, camide onu yapanların söz söyleme imkânını da ortadan kaldırmaktadır. Bu da camilerin sivil mabetler olma niteliğiyle bağdaşmamaktadır.
Röportaj: H. Hüseyin Kemal
– Din özgürlüğü konusunda azınlıklar-çoğunluklar diye ayrım yapmak doğru mu? Bu sorun nasıl ele alınmalı?
Din özgürlüğü, çoğunluğun ya da azınlığın daha çok özgürlüğe sahip olmasına indirgenemez. Sorun, çoğunluğun ya da azınlığın daha çok ya da daha az özgürlüğe sahip olması sorunu değildir. Din özgürlüğü sorunu, nicel değil, nitel bir sorundur. Önemli olan din özgürlüğünü azınlık ya da çoğunluk için istemek değil, tutarlı ve ilkeli bir şekilde herkesin dini açıdan farklı olma hakkını tanımak ve herkes için din özgürlüğünü talep etmektir.
– Sizce resmî ideolojinin din ve vicdan özgürlüğü alanındaki etkisi nedir?
Din ve vicdan özgürlüğü, devletin bütün din ve inançlar karşısında tarafsız olmasını gerektirmektedir. Devletin bir inanç ya da ideolojiyi benimseyerek diğer inanç ve ideolojileri dezavantajlı duruma düşürmesi, din ve vicdan özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır. Devletin tarafsızlığı, herhangi bir dini resmî olarak benimsememesini gerekli kıldığı gibi, devlet herhangi bir seküler ideolojiyi de benimsememelidir. Devletin seküler bir resmî ideolojiye sahip olması, seküler olanın seküler olmayan karşısında avantajlı ve üstün konuma geçmesi anlamına gelmektedir.Vicdan özgürlüğü, bireyin istediği dini ya da seküler ideolojiyi kendisi için özgürce seçmesini içermektedir. Devletin resmî bir ideolojiye sahip olması ve onu eğitim sistemi yoluyla empoze etmeye kalkışması, karşımıza çok ciddî bir vicdan özgürlüğü probleminin çıkmasına neden olmaktadır.
Yeni Asya, 23.11.2009