“Beni oğlumun önünde taşlamasınlar.”
Yıllardır İran’da bir hapishanede taşlanarak öldürülmeyi bekleyen Sakine Aştiyani, insan hakları örgütlerine ulaştırdığı son mesajında böyle söylemiş.
Sakine 43 yaşında iki çocuk annesi bir kadın. Kocasının katiliyle zina yapmaktan recm cezasına çarptırıldı. Adam hem katil hem de zina suçlusu ama o sadece hapis cezası aldı. Sakine ise her an toprağa gömülüp taşa tutulacağı günü bekliyor. Geçtiğimiz günlerde, belki de son kez uluslararası kamuoyuna seslenme fırsatı yakaladığında “Ölümden korkuyorum. Ne olur beni kurtarın” diye çağrı yapmış bütün dünyaya…
Şimdi dünyanın dört bir yanında insan hakları savunucuları ve kadın örgütleri Sakine’yi kurtarmak için canlarını dişine takmış çalışıyor; hükümetler İran yönetimine baskı yaparak recmi durdurmaya çalışıyor.
Denecektir ki idam cezası başka ülkelerde de yok mu?..
Evet ama o ülkelerde hiç kimseyi zina yaptı diye idam etmiyorlar; çağdaş hukuk bu meseleyi iki yetişkin insanın kendi aralarındaki bir mesele olarak görüyor. Eğer Sakine dünyanın herhangi bir başka ülkesinde doğmuş olsaydı, hakkında kamu davası bile açılamaz, işlediği suç sadece boşanma sebebi olabilirdi.
Ayrıca bu, idam cezasından farklı. Recmin savunucuları, Batılılar’ın recme kendi kültürleri içinden baktığını; elektrikli sandalyeye bağlanarak ya da zehirli şırıngayla ölümün, taşlanmaktan daha “insani” olduğunu iddia etmenin saçmalık olduğunu söylüyorlar.
Ama arada “küçük” bir fark yok mu? Ölen değilse bile öldüren açısından?
Cellatlık, bütün kültürlerde lanetli bir iştir. Cellatların kimliği saklıdır. Hiç kimse tanımaz onları. Cellat hiçbir zaman ortaya çıkıp da, benim mesleğim adam öldürmek demez… Buradaysa cellat bütün toplum. Ve yaptığını göğsünü gere gere yapıyor.
Toplumun katil olduğu bir başka durum daha var; Linç… Ama bu linçten de farklı. Linç spontanedir; topluluğu insanlık durumundan çıkartan kontrol edilemez bir öfke vardır. Oysa recm öyle değil; soğukkanlı, planlı-programlı, taammüden cinayet. Kuralları var; ilk taşı tanıklar ya da hakim atacak. Sonra herkes birden… Taşlar çok büyük olmayacak ki işkence uzun sürsün.
Sabah kalkıyorsun, ceplerine taş doldurup stadyuma gidiyorsun, kurbanın gömülüşünü izliyor, sonra yüzüne nişan alarak taşlamaya başlıyorsun. İsabet ettirdikçe seviniyorsun. İlk isabetle birlikte fışkıran kan seni daha da coşturuyor. Biraz önce korkuyla donmuş o yüz yok olup kıpkızıl bir et ve kemik yığınına dönüşene dek taşlıyor, taşlıyor, taşlıyorsun… Sonra da sakin sakin evine dönüyorsun. Ellerini bile yıkamadan sofraya oturuyorsun.
İşte recmin en korkunç tarafı bu… Bu sadece bir insanın ölüm cezasına çarptırılması değil, toplumun cellatlaşması… Sıradan insanların, içlerinden birini; kendilerine hiçbir kötülük yapmamış birini, büyük bir soğukkanlılıkla ve yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara parçalaması…
Hayvanlar bile yemeyecekleri canlıları parçalamazlar. İnsanlar bunu nasıl yapıyor; ve neden?
İşte Sakine’nin anlayamadığı da bu. Nitekim, son telefon mesajını da bu soruyla bitirmiş:
“Çoğu gece, uykuya dalmadan önce, kendi kendime düşünüyorum da, bir insan nasıl olur da bana, tam yüzüme taş atmaya hazırlanabilir? Ve neden?”
Sıradan insanları utanmaz birer cellada dönüştüren bu ruh hali, taşladıkları o kadını sadece kocasına değil, bütün topluma ihanet eden bir varlık olarak görmelerinden kaynaklanıyor sanırım.
O kadın işlediği suçla sadece kocasının değil, bütün toplumun namusunu kirletiyor; bütün toplum için tehlike oluşturuyor. Toplumun genel çıkarları açısından ortadan kaldırılması gereken bir tehlike, bir pislik, bir haşere gibi algılanıyor. Taşı atanların o kadını tanımasına, ona karşı şahsi bir öfke duymasına gerek yok. Çünkü o toplumlarda, toprağa gömülen o kadın adı sanı, yüzü, kişiliği olan bir birey değil, anonim bir varlık. Ve anonim bir varlık olarak kadın, bütün erkeklerin malı. Sadece birine değil, hepsine itaat etmek; sadece birine değil, hepsine sadık kalmak; sadece birinin değil, hepsinin ortaklaşa koydukları kurallara uymak zorunda. Bütün bir toplumsal düzen, kadının hayatına el konulmasına ve onun “namusu” üzerinde yükselen bir ahlak sistemine dayanırsa, bu sistemi korumak için bütün toplumun gönüllü cellatlığa yazılması da anlaşılır bir şey…
O yüzden de ben diyorum ki, eğer Sakine’yi kurtarmak için kampanyalar açılacaksa, bu kampanyaların asıl muhatabı İran yönetimi değil, İran halkı olmalıdır. Çünkü recmi isteyen de, yaşatan da, uygulayan da odur. Ahmedinejad sadece bir temsilcidir ve doğrusu bu noktada gerçekten de temsil kabiliyeti vardır.
Bitirmeden son bir bilgi daha: Geçen yıl eylülde Endonezya’nın şeriat yasalarıyla yönetilen Aceh eyaletinde yönetim, zina suçu işleyenlerin recm cezasını yasalaştırmadı diye, İslam eğitimi gören türbanlı kız öğrenciler, gösteriler düzenleyerek yerel hükümeti protesto ettiler.
İşte deminden beri ben de bunu anlatmaya çalışıyorum.
Bugün, 13.08.2010