Haziran başından itibaren tüm Türkiye’yi saldırı alanı olarak ilan eden, terörü büyük şehirlere yayarak siyasi iktidarı aciz duruma düşürmekle tehdit eden ve İnegöl ve Dörtyol gibi ilçelerde giriştiği provakatif eylemlerle toplumsal düzlemde Türk-Kürt çatışması çıkarmaya çalışan PKK ani bir kararla referandum süresince “eylemsizlik” kararı aldığını açıkladı. Öcalan’ın ve BDP’nin, içinde Kürtlerin haklarını düzenleyen hiçbir madde yok diyerek Anayasa paketine karşı çıkmasına ve Kürt seçmenini halkoylamasını boykot etmeye çağırmasına rağmen, kutsal Ramazan ayına hürmet etmek (!) gibi gerekçelerle alınan bu karar; bir yandan demokratik açılım politikalarının etkisini görmek öte yandan Kürt siyasetinin yeni dinamiklerini anlamak bakımından oldukça öğreticidir.
İlk eylemsizlik değil
Belirtmek gerekir ki, son çeyrek asırda PKK’nın çeşitli nedenlerle zaman zaman “eylemsizlik” kararı aldığı gözlenmiştir. Eylemsizlik kararının altında bazen örgütün TSK karşısındaki sıkışmışlıktan kurtulmak, bazen siyasi propaganda yapmak, bazen de lojistik hazırlık yapmak gibi nedenler vardır. Her halükarda ateşkes ilan edilerek iç ve dış aktörlere Kürt sorununun PKK dikkate alınmadan çözülemeyeceği mesajı verilmek istenmektedir. Hatta son olayda görüldüğü gibi, ateşkesin bizzat terör mahkûmu Öcalan’ın onayını gerekli gören bir mizansenle devreye sokulması, sorunun çözümünde mutlaka terörist başının muhatap alınması gerektiğine yönelik iddialara inandırıcılık katmak içindir. Öcalan, güç bendedir ve “benimle uzlaşmadan silahlar susmaz” mesajını vermektedir. Ancak bu yaklaşımın Türk devlet refleksini bilenler için anlamı, Öcalan’ın ve Kürt siyasetçilerinin aslında PKK’yı bitirmek istemediklerinin de göstergesidir.
Demokratik kuşatma
Zira hiçbir seçilmiş hükümet, iktidarı kaybetmeyi göze almadan Öcalan ile pazarlığa oturmaya yanaşmayacaktır. O halde bu stratejinin anlamı, Kürt siyasetçilerinin kolayı seçerek şiddet ve terörden beslenmeye devam etmek isteklerinin bir işaretinden başka bir şey olmadığıdır. Buna rağmen, artık Kürt siyasetinde aktörler çoğulculaşmaya başlamıştır ve sivil toplumun gücü ve halkın vicdanı PKK’yı konjonktürel olarak şiddeti askıya almaya zorlamıştır. Bu gelişme Kürt siyasetinde yükselen sivil inisiyatifin gücünü anlamak ve siyasi rasyonelleşmenin başlaması açısından son derece önemlidir.
İdeolojik olarak Marksizmden beslenen PKK ve onun siyasetteki uzantılarının Ramazan ayında hidayete erdiğini gösterir herhangi bir işaret veya açıklama yoktur. Dolayısıyla ateşkes kararı dini değil siyasi nedenlere dayanarak açıklanabilir. PKK’yı eylemsizliğe sürükleyen siyasi nedenlerin temelinde PKK ve BDP’lilerin gerek Anayasa paketi görüşmeleri sırasında gerekse referandum sürecinde izledikleri “retçi” politikaların Kürt halkı nezdinde kabul görmemesi yatmaktadır. BDP, Öcalan’ın da işaretiyle meclisteki görüşmelerde CHP ile birlikte hareket etmiş ve 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü olan Anayasa’da yapılacak kritik değişikliklere karşı uzlaşmaz bir tutum takınarak oylamalara dahi katılmamıştır. Çünkü PKK ve BDP için Anayasa referandumundan beklenen şey, en azından Kürtlerin kurucu millet olarak tanınması ve özerk bir bölgesel yönetim sisteminin Anayasal temele kavuşturulmasıdır. Bu talepler pakette yer almadığı için PKK şiddet eylemelerini yaygınlaştırma ve BDP de boykot kararı almıştır.
Tabanda boykota tepki var
Ancak, BDP’nin Anayasa değişikliği paketine yönelik bu yaklaşımı Kürt STK’ları ve BDP tabanında yaygın kabul görmemiştir. Kürt seçmenin önemli bir kesimi kendi beklentilerini tam olarak karşılamıyor olsa da, Anayasa değişikliklerinin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve vesayetçi sistemin çözülmesini hızlandırması açısından önemli bir adım olarak görmekte ve desteklemektedir. Nitekim bölgede yapılan bazı kamuoyu yoklamaları Kürt seçmenin büyük çoğunluğunun sandığa gideceğini ve evet oyu vereceğini göstermiştir. Ayrıca referandum yaklaştıkça, pek çok Kürt aydını ve sivil toplum kuruluşu da içeriği yetersiz de olsa Anayasa paketinin demokratikleşme yönünde atılmış doğru bir adım olduğu gerekçesiyle açıkça evet oyu kullanılması çağrısı yapmıştır. BDP’nin hayır oyu verilmesi veya sandığın boykot edilmesi çağrısına rağmen, bölge illerinden çıkacak güçlü bir evet hem PKK’yı, hem BDP’yi ve hem de Öcalan’ın Kürt sorunu üzerindeki kontrolünü zayıflatacaktır. Derin PKK bu tehlikeyi görmüştür ve ince bir “Ramazan manevrası” ile siyasi pozisyon değişikliğine gitme gereği duymuştur.
aşka deyişle, halk tabanının pakete yönelik nüanslı yaklaşımı BDP’yi ve PKK’yı derin bir ikilemde bırakmıştır. Bir anlamda derin PKK ve İmralı, ülkeyi demokratikleştirme yönünde hükümetçe atılan bu kritik siyasi adıma karşı takındıkları tavırla, Kürt halkının derin vicdanıyla ters düşmüş ve geri adım atmak zorunda kalmıştır. Eylemsizlik kararını avukatları aracılığıyla tabanına duyuran Öcalan, bir yandan BDP’nin referandumla ilgili aldığı boykot kararını desteklemediğini söylerken, diğer yandan “Anayasa paketinde Kürtleri doğrudan ilgilendiren bir husus yoktur. Bu düzenlemeler AKP’nin kendi hegemonyasını kurabilme ihtimalini güçlendiriyor. Bu tuzağa düşmemek gerekiyor. Halkımız da son güne kadar tartışsın, gözlem yapsın. Buna göre kendi kararlarını versin” demektedir. İşte ateşkes kararı ve tabanın referandum konusunda serbest bırakılması, PKK’ya rağmen geniş halk kesimlerindeki bu güçlü demokratik eğilimlerin bir sonucu olduğu söylenebilir ve bu gelişmeler Kürt sorununda sivil toplumun ve PKK dışı siyasi aktörlerin sürece dâhil olmalarının çözüme yapacağı katkıyı anlama bakımından da son derece önemlidir ve cesaret vericidir. Açıkçası, sivil toplumun şiddete karşı artan direnişi ilk defa olarak PKK’ya önemli bir konuda geri adım attırmıştır.
Açılım PKK’yı zayıflatıyor
PKK’nın yaygın şiddet stratejisini terk etmeye zorlayan bir diğer neden ise ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere PKK’ya şiddeti bıraktırmaya yönelik dış baskıların artmasıdır. Son yıllarda uluslararası politikada Türkiye’nin gözle görünür bir şekilde artan gücü, PKK’yı destekleyen veya faaliyetlerine göz yuman pek çok ülke nezdinde Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki baskılarını daha etkili kılmaktadır.
Özellikle Obama yönetimindeki ABD için Türkiye Ortadoğu’da kritik bir ortak konumundadır. Irak’tan çekilmekte olan ve İran konusunda Türkiye’yi yanında görmeyi arzulayan Beyaz Saray yönetimi, Türkiye’yi ABD ile işbirliği yapmaya zorlamanın en kestirme yolunun PKK terörü ile mücadelede aktif işbirliğinden geçtiğini anlamaktadır. Nitekim Mavi Marmara olayı ve BM’deki İran’a yaptırım oylaması nedeniyle gerilen Türk-ABD ilişkilerine rağmen, Toronto’da G-20 toplantısı sırasında gerçekleşen Obama-Erdoğan görüşmesinin tek somut sonucu Amerika’nın PKK’ya karşı istihbarat paylaşımının daha ötesinde somut katkılar sağlamasını içeren işbirliği kararı olmuştur.
Bunun anlamı, ABD’nin K. Irak’taki nüfuzunu da kullanarak PKK’yı sıkıştıracağı ve Türkiye’nin Irak topraklarında da hava ve kara operasyonu düzenlemesinin yolunu açarak PKK yuvalarının temizleneceğinin işaretidir. Zira ABD yönetimi Türkiye’deki ABD karşıtı duyguları besleyen sürecin PKK terörü ile ilişkili olduğunu da bilmektedir.
Terör Heron’la bitmez
Diğer yandan AB ülkeleri de geçmiş yıllarda olmadığı kadar Türkiye’nin PKK’ya karşı işbirliği çağrılarına destek vermeye başlamışlardır. Belçika’nın Roj TV’ye karşı düzenlediği baskınlar, Fransa, Almanya ve İtalya’daki gelişmeler bu anlamda AB’nin Kürt sorunu konusunda Türkiye’deki durumu daha iyi anlamaya başladıklarını göstermektedir. Avrupanın tutum değiştirmesinin altında, Türkiye’de son bir yıldır Kürt halkının demokratik hak taleplerinin karşılanmasına yönelik yürütülen açılım politikalarının etkisi olduğu gibi, ekonomik zorluklarla uğraşan Avrupa hükümetlerinin kendi ülkelerinde yeni Kürt göçmeni görmek istememelerinin de etkisi vardır.
Her halükarda ABD kadar olmasa da, Avrupa hükümetleri eskiye göre PKK konusunda Türkiye’nin pozisyonunu artık daha iyi anlamaktadırlar. Nitekim ateşkes kararının Başbakan Erdoğan’ın Ankara’da görev yapan tüm diplomatik misyon şeflerine yönelik verdiği iftar yemeğinde demokratik açılımları anlattığı ve PKK konusunda yaptığı sert uyarıların hemen ertesinde alınması ilginç bir tesadüftür.
Şu bir gerçektir ki, PKK’yı çeyrek asırdır ayakta tutan temel dinamikler, içeride askeri vesayete dayalı otoriter yönetimin teröre karşı geliştirdiği baskıcı yöntemlerin bölge halkı nezdinde yarattığı toplumsal hoşnutsuzluklar ile Ortadoğu’da süre giden istikrasızlık ve çatışma ortamında PKK’nın bölge ülkeleriyle kolayca kurduğu dış patronaj ilişkileridir. Şimdi, ilk kez olarak AB destekli reform süreci, Ergenekon davaları ve hükümetin kararlı tutumuyla ülkemizde sağlanan demokratikleşme ortamında PKK’nın ülke içindeki ve dışındaki toplumsal desteğinde ciddi bir zayıflama yaşanmaktadır. Eylemsizlik kararıyla geçici de olsa silahların susması, hükümete de Kürt sivil toplum gruplarına da geniş halk kesimlerince de kabul edilebilecek, daha gerçekçi demokratik çözümlerin tartışılmasına fırsat sağlayacaktır. Siyasi bir formül bulunmadan terörün tamamen bitmesi ve kalıcı bir barışın kurulması mümkün değildir. Terörü kökten bitirecek ve barışı tesis edecek temel araç ise Heronlar değil, sivil toplumun sağduyusu ve derin vicdanıdır.
Açık Görüş, Star, 22.08.2010